Kayıtlar

2015 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Rus proletaryasının temeli

Sosyalizm konusunda Rus aydınları arasında da çeşitli fikir ve düşünce farklılıkları olmuştur.   Köylü Meselesi: Köylü meselesi ve bu meselenin geçirdiği gelişmelerde Rusya'da Marksist fikirlerin yayılmasında önemli bir rol oynamıştır.   İlk Rus aydınları, otokrasinin yerine kuracakları yeni siyasal düzenin temelini köyde (mir) ve köylüde görmüşlerdir. Topraksızlık ve açlık köylünün devamlı ve temel problemiydi. Rus halkının beşte dördü tarımla geçiniyordu. Buna karşılık toprakların ancak dörtte birine sahipti. Toprakta feodal düzen hakimdi. Kulak denen zengin köylü nüfusun yüzde 10'unu teşkil ettiği halde, toprağın yüzde 35'ine sahipti. Öte yandan köylü, asilzadenin toprağında bir serf'ti.  Adeta bir esirdi.   Bu durumu düzeltmek için, Kırım Savaşından sonra, 5 Mart1861 de "Kurtuluş Kanunu" yayınlandı. Bu kanunla köylü esir durumdan kurtarılıyor ve köylüye toprak veriliyordu. Lakin bu tedbir yürümedi. Çünkü bir defa, köylüye kötü toprak

Müslüman adaleti

Türkleri kendi benliklerinden uzaklaştırmak ve onları besleyen ve ayakta tutan bütün manevî faktörleri bertaraf etmek lazımdır. Bu maksatla da garbın aleyhimizde yapmadığı kalmamıştır. O garp ki: Mesela  Kanuni Sultan Süleyman  zamanında, bütün medeniyet âlemi için bir örnek teşkil eden Türk adliyesini tetkik etmek üzere İngiltere kralı Kanuni’ye adamlar göndermiş, Türk adliyesini inceletmiş ve kendi adalet mekanizmasını ona göre kurmuştur.» Bu; hiç şüphesiz Müslüman adaleti idi. Doğru işlediği müddetçe semeresini bol bol vermiştir. ……. İlk Halife seçilen Hazreti Ebubekir'in halka yaptığı şu aşağıdaki hitabe ne kadar canlı, samimî ve manalıdır. Bakınız, büyük insan ne diyor: «Ey millet! Sizler beni; aranızda en az lâyık olanı halifeniz olarak seçtiniz; hareketim âdilâne olduğu müddetçe beni tutunuz; olmadığı takdirde de beni tevbih ediniz ve beni uyandırınız. Makbul olan ancak doğruluk ve hakikattir. Yalan kötüdür. Ben âcizlerin müdafi olduğumdan, sizl

Azrail'in güzelliği

-Onk. Dr. Haluk Nurbaki?den gerçek bir hatıra Ben, 40 yıllık bir kanser uzmanı olarak maddeyi aşan sayısız olayla karşılaştım ve bunları, o olaya şahit olanlarla birlikte belgeleyerek özel bir arşiv yaptım. Bunlardan 1976 yılında yaşanmış bir olayı size nakletmek istiyorum. Kanser hastanesinde başhekimken Serap adında genç bir hanım hastam vardı. Bu hastam göğüs kanserine yakalanmış ve tedavi için yurt dışına gitmek istemesine rağmen, bazı formaliteler sebebiyle o imkanı bulamamıştı. Serap'ı özel bir ilgiyle bizzat ben tedavi altına aldım. Ve kısa bir süre sonra da iyileştiğini gördüm. Ancak Serap'ın da bütün diğer kanserliler gibi ilk 5 yıllık süreyi çok dikkatli geçirmesi gerekiyordu. Bir iş kadını olan Serap, 4 yıl kadar sonra 1 ihale için İzmir'e gitmek istedi. Kışaylarında olduğumuz için uçakla gitmesi şartıyla kabul ettim. Maalesef bilet bulamamış ve benden habersiz bindiği otobüsün kaza geçirmesi üzerine 6 saat kadar mahsur kalmış. Dönüşünden kısa 1 süre

Her kula helâl, Müslüman’a haram!..

Vaktiyle Bursa’ da bir Müslüman, eski adı “Yahudilik Yolağzı”, bugünkü adı Arap Şükrü olan muhitte çeşme yaptırmış ve başına bir kitabe eklemiş: “Her kula helâl, Müslüman’a haram!..” Bursa başkent, tabii Osmanlı karışmış, bu nasıl fitnedir diye... Gitmişler kadıya şikâyete, adam yakalanıp yaka-paca huzûra getirilmiş. “Bu nasıl fitnedir, dîni İslâm, ahalisi Müslüman olan koca devlette sen kalk, hayrattır, sebildir diye çeşme yap, ama suyunu Müslüman’a yasakla!.. Olacak iş midir, nedir sebebi, aklını mı yitirdin?..” diye çıkışmışlar adama. Adam: - “Müsaade buyurun, sebebi vardır, lâkin ispat ister, delil şarttır…” dedikçe kadı kızmış: - “Ne delili, ne ispati?.. Sen fitne çıkardın, Müslüman ahalinin huzurunu kaçırdın, katlin vaciptir!” demiş. Demiş ama, bir yandan da merak edermiş: - “Nedir gerekçen?..” diye sormuş. Adam: - “Bir tek Sultan’a derim…” diye cevap verince, ortalık yine karışmış. Söz Sultan’a gitmiş, adam yaka paca saraya goturulmus...Padişah da si

Eshab-ı kehf = mağara arkadaşları

Hazreti Isa aleyhisselâmdan sonra încil ehlinin işi karmakarışık, alt üst olmuş, aralarında günahkârlar büyümüş, hükümdarlar azgınlaşmış ve putlara tapar; putlar için kurbanlar keser hale gelmişlerdi. Bu yolda en ileri gidenlerden birisi de Rum hükümdarlarından Dekyanus idi. Bu hükümdar Rum diyarını dolaşıp putperestliği kabul etmeyen Isa ümmetini katlediyordu. Dekyanus bu gezisi sırasında nihayet Eshâb-ı Kehf'in şehri olan Dekinos'a da indi. İner inmez de îman ehlini takip ve toplanmasını emretti, iman ehli bunu duyduklarından dolayı şuraya buraya kaçıp gizlenmişlerdi. Şehrin kâfirlerinden tâyin ettiği zabıtası, îman sahiplerini takip ediyor, gizlendikleri yerlerden çıkarıp Dekyanus'a getiriyorlardı. O da putlara kurban kesilen mezbaalara sevkedip kendilerini putlara tapmak ile öldürülmek arasında muhayyer bırakıyordu. Alçak dünya hayatına rağbet gösterip de bu katliâmdan korkanlar onun dediğini yapıyorlar, ebedî hayatı tercih edenleri ise öldürüp parçalayıp şehrin sû

Senin ismin Nabi mi?

Şair Nabi Şair Nabi, zamanın paşalarından birinin iltifatına mazhar olur ve beraberce hacca giderler. O devirlerde hacca deve ile gidilir. Develerin sırtına yüklenen mahmil ismi verilen, iki kişinin rahatça yolculuk edebileceği bir semer vardır. Nabi ile Paşa da böyle bir deve de yolculuk ederler. Nihayet bir seher vaktinde Medine topraklarına girerler. Nabi, Peygamberin kabrini ziyaret edeceğim diye heyecanlanır, mahmilin öbür tarafında ise Paşa yatmış uyuyor. Bu durum Nabi' yi mütessir eder. "İki cihan güneşi bulunduğu topraklara geldik. Biraz sonra Medine şehrine gireceğiz. Böyle yatmak hiç münasip olur mu?" diye düşünür ve bu heyecanla dudaklarından şu mısralar dökülür. Sakın terk-i edebten kuy-ı mahbub-ı hudadır bu Nazargahı ilahidir, makamı Mustafa' dır bu... Nabi farkında olmayarak bu mısraları birkaç kere tekrarlar. Her tekrar edişte sesi biraz yükselir. Ve nihayet öbür tarafta uyumakta olan Paşa uyanır. -Nabi ne oldu, ne söylüyorsun

Peygamberimizin veda hutbesi

Ya öğreten, Ya Öğrenen, ya dinleyen yâda ilmi seven ol. Fakat sakın beşincisi olma;(Bunların dışında kalırsan) helak olursun. (Hadisi şerif)  Allah'a hamd-ü senâ ederiz. O'na döneriz. Nefislerimizin fenalıklarından ve kötü amellerimizden O'na sığınırız. Allah'ın hidâyet ettiğini, kimse doğru yoldan çıkaramaz. Allah'ın şaşırttığını kimse yola koyamaz. Şehâdet ederim ki Tanrı yoktur, sadece Allah vardır! Bir'dir, eşi ve benzeri yoktur. Yine şehâdet ederim ki Muhammed, O'nun kulu ve Rasûlüdür. Ey Allah'ın kulları !.. Allah'tan korkmanızı ve O'na itaat etmenizi vasiyet ederim. Ey İnsanlar!... Sözlerimi iyi dinleyiniz... Çünkü bu seneden bonra bir daha sizinle burada tekrar buluşup buluşamayacağımı bilmiyorum.. Ey İnsanlar!.. Bugünün ne günü olduğunu biliyor musunuz? Burası, Belde-i Haram'dır.(Mekke'dir) Bugününüz nasıl mukaddes bir gün, bu ayınız nasıl mukaddes bir ay , bu şehriniz nasıl mukaddes bir ş

ALLAh Varmıdır? ALßert Einstein..

Üniversitede Prof. Öğrencilere sorar: -'Var olan herseyi Allah mı yarattı?' Cesur bir öğrenci ayağa kalkar ve yanıtlar. -'Evet herseyi Allah yarattı!' Profesör sorusunu yineler ve öğrenci yine 'evet efendim ' diye yanıtlar. Profesör devam eder; -'Eğer her şeyi yaratan Allah ise ve şeytan var olduğuna göre şeytanı da Allah yaratmış olur ve çalışmalarımızda uyguladığımız 'Kesinleştirme 'prensibine göre de Allah şeytandır.   Öğrenci böyle bir önerme karsısında şaşırır ve yerine oturur. Profesör ise öğrencilerine bir kez daha Allah'ın içindeki kaderin bir efsane olduğunu   kanıtlamaktan ötürü oldukça mutludur.   Bu arada bir öğrenci ayağa kalkar ve -Bir soru sorabilir miyim profesör? Der. Profesörde sorabileceğini söyler. Öğrenci ayağa kalkar ve -'Soğuk var mıdır? Diye sorar. Profesör; -'Nasıl bir soru bu böyle, tabiî ki vardır ' diye yanıtlar. -'Sen hiç soğuktan üşümedin mi?'  Öğrenci; -'Aslınd

Türk milletine hizmetkârlık ederim.

Sultan Murad, birleşmiş Hristiyan ordularının sırtını yere serip emsalsiz bir zafer ve muvaffakiyetle Bursa'ya avdet ediyor. Beraberinde esir düşmüş Hristiyan prensleri ve asilzadeleri var. Bursa’da görülmekte olan bir dâva var... Sultan Murad şahit olarak gösterilmiştir. Kadı meşhur Molla Şemsüddin-i Fenâri... Hükümdara soruyor, bu bir Müslüman mahkemesidir.. — Adın ne? — Murad... — Ananın adı? — Gülçîçek Hatun.. — Ne iş yaparsın? — Türk milletine hizmetkârlık ederim. Ne muazzam bir hâdisedir ki Kadı, Padişahın şahitliğini kabul etmiyor. Koca muzaffer ve şevketli hükümdar adaletin hükmüne boyun eğiyor ve mahkemeyi terk ediyor. İslâm adaletinin bu en asil örneği karşısında başta Marti Godfurva olmak üzere bütün esir asilzadeler can ve gönülden Müslüman oluyorlar.. Böylece bu adalet asırlar boyu ayakta durdu, bu kılıç asırlar boyu işledi. C.Rıfat Atilhan  Tarih boyunca İslam hakimiyeti ve uğradığı suikastlar

Fransız Kıta’larında bulunan Müslüman askerlere gönderdim

1911 senesi Ağustos ve Ramazan ayı idi. Henüz Harbiye’den diploma almamış, hiç bir resmi sıfat ve şahsiyeti olmayan bir Türk genci sıfatıyla Tunus, Cezayir ve Merakeşte bir seyahat yaptım. Bu kısa seyahatim esnasında Fas Meliki Mevlây-ı Hafız'dan çarşı, pazardaki küçük esnafa kadar, sadece Türk olduğum için bana gösterilen hürmet ve itibar, mazhar olduğum misafirperverliğin asil tezahürleri karşısında duyduğum heyecan bugün, bu dakika, aradan elli küsur yıl geçmesine rağmen halâ taptaze ruhumun silinmez köşelerinde canlı olarak yaşamaktadır. Aradan on yıl geçti. İstiklâl savaşları olanca şiddetiyle devam ediyor. Zonguldak’ı bir Fransız kuvveti işgal etmiş, onun da kendisine göre gayesi var. Gaziantep, Maraş ve Adana’dan söktürüp ileri geçemeyen Fransızlar için Ankara’ya giden en kısa yol Zonguldak... Hele Bolu’da ve Düzce’de çıkan isyanlar ve ihtilâller bir muvaffak olursa ve onlar da Zonguldak cephesini bir yararlarsa netice ne olabilir? Zonguldak cephesindeki Türkler

Kalk Hindistan’a git. Satuk Buğra Han tariki hidayete gelmek için seni bekliyor.

Kaşkarda hükümdar Buğra Hanın Müslüman olması hakkında tarihlere gecen şayanı dikkat bir hadise vardır. Samani hanedanından hoca Ebunnasır nuru İslâmı yaymak için bütün gayret ve servetini sarf etmektedir. Bir gece âlem-i manâda Fahrikâinat efendimizi görür. Efendimiz kendisine şu emri tebliğ eder: «Kalk Hindistan’a git. Satuk Buğra Han tariki hidayete gelmek için seni bekliyor.» Garib bir tecellidir ki Buğra Han da aynı gece rüyasında kendisine bir mübeşşir geleceğini ve onu hak dinine davet edeceğini görür. Ebunnasr-ı Samânî Buğra Hanı hidayet yolunun başında ve hazır bir vaziyette bulur, güçlük çekmeden karşısındakinin bütün varlığının iman nuriyle aydınlandığını görür. Bu hâdise İslamiyet’in Türkistan’da yayılmasına sebep olmuş ve Hakanlarını Müslüman olmuş gören iki yüz bin çadır halkı dairei imana iltihak etmiştir. ........... Adalet İslam’ın temelidir. Bu temel sağlam olduğu ve bu umdeye riayet edildiği müddetçe Müslümanlar her girdikleri yerde hüsnü kabule m

Müslümanlığın adalet ve kanun önünde müsavat prensibine mukabil

Türk ve Müslüman adaleti himayesinde daha müemmen gördüklerinden İslâm hâkimiyetini, Hristiyan idaresine müreccah tutmakta idiler. Müslümanların tutumu ve bu dinin umdelerindeki sarahat ve asalet Ortodoks mezhebindeki Hristiyanlara; Katoliklerden daha alicenap ve daha hakikat olarak gözüküyordu. Müslümanlığın adalet ve kanun önünde müsavat prensibine mukabil; meselâ Garb müelliflerinden Klark'ın Amerika da basılmış olan Race of Turkey European kitabından şu parçayı alabiliriz: «Fesada düşmüş asilzadeleri, kalabalık ve müstebit bir ruhban sınıfı, kötü tefsir edilen bir sürü kanun ve ferman, ahaliyi devamlı bir surette soyan bir hükümet ve en kötüsü hükümetin tahammül edilmez inhisarları, vergi tahsilindeki bozukluklar ve adaletsizlikler, sürü halinde gümrük memurları ve tahsildarlar sefaletin derin çukuruna düşmüş olan halkta ne hak, ne kurtuluş imkânı ve ne de bir zerre ümit bırakmamış idî» Bir Rus tarihçisinin şu yazısını da aşağıya alırsak iyi bir mukayese yapmak imk

Ey Yahudiler cemaati! Sizler Allah’ın mahlûkatı içinde sevmediklerimizsiniz

Peygamber, bazı vakitler mal tahsili için hususi memurlar da gönderdi. Nitekim her sene Revvaha oğlu Abdullah’ı meyvelerin tahmini için Hayber’e gönderirdi. Hayber Yahudileri tahminin fazlalığından şikâyet etmişlerdi. Yahudiler Revvaha oğluna rüşvet teklif etmişler, kadınlarının ziynet altınlarından bir çıkın içinde getirerek: Bu senin olsun, tahminini az tut demişlerdi. Revvaha oğlu Abdullah da buna karşılık: «Ey Yahudiler cemaati! Sizler Allah’ın mahlûkatı içinde sevmediklerimizsiniz. Fakat bu nefret beni sizlere zulmetmeğe sevketmez. Teklif ettiğiniz rüşvete gelince: O, en menfur kazançlardandır. Biz onu yiyemeyiz.» Yahudiler bu hareket karşısında; gökler ve yerler bu feragatle ayakta durur demişlerdir. Resul Ekrem valileri ve beyleri daima teftiş ettirir, kendisine getirilen haberleri dinlerdi. Bahreyn valisi hakkında Kays kabilesi tarafından vaki olan şikâyet üzerine kendisini azletmiştir. Peygamberimizin devlet idaresindeki hassasiyeti şayan dikkattir. V

Müslümanların Habeşistan’a hicret etmeleri

Kureyş yaptığı kötülüklerle iktifa etmemiş, Müslümanların Habeşistan’a hicret ettiklerini haber alınca, onları memleketinden kovması için Necaşi nezdinde propaganda yapmak üzere iki kişi göndermişlerdir. Bunlar Asi oğlu Amru ile Rabia oğlu Abdullah’tır. Bu iki murahhas Habeşistan’a muvasalatlarında Müslümanları Mekke'ye iade ettirmek için yardımda bulunmaları maksadıyla Necaşi'nin kumandanlarına hediyeler vermişlerdir. Onlar Necaşi ile görüştüklerinde: «Ey Padişah, senin memleketine bizim taraftan bazı şaşkın gençler sızmışlardır. Onlar, milletlerinin dininden ayrılıp senin de dinine girmemişler, kendi icatları olan yeni bir din getirmişlerdir. O dini ne biz tanırız ne de milletimiz... Biz onların eşlerinden, babalarından, amcalarından, kabilelerinden ileri gelenlerini size gönderdik ki onları bize teslim edesiniz... Kendileri onları ve onlara atfedilen yolsuzlukları herkesten iyi bilirler... Bu sözler üzerine Necaşi, Müslümanların bu iddialara karşı verecekleri cevabı ken

Yüzgeri ettirdi ya, bana lazım olan o dur!

Hayatımın en karanlık günlerini bu devrede yaşadım. Hakikaten gazeteler, düşmanın durdurulduğunu büyük zayiata uğratıldığını yazıyorlardı. Ben bir türlü bu haberlere inanamıyordum. Fakat İngiliz ve Fransız donanmasının Çanakkale boğazını zorladığı ve giremediği bir muhakkaktı. Çıkartma yapmaya muvaffak olmuş, ama ordumuzun karşısında mıhlanıp kalmıştı. Her vasıta ile cepheden haber almaya çalışıyordum. Muhafız kumandanı Asım beyi sık sık saray ‘a göndererek sahih malumat almak için çırpınıyordum.  İşte tam bu Sırada, rabbime şükürler olsun ki ummaya bile cesaret edemediğim zafer haberi ulaştı. Düşman tasını tarağını toplamış, askerlerinin yarısını denize, yarısını gemilerine dökerek Çanakkale önlerinden çekilip gitmişti. Bu büyük zaferi Mustafa Kemal Bey adında bir miralay (Albay) kazanmış….Allah devletime hizmeti geçenlerden razı olsun!.. Uzun bir müddet sonra oğlum Abit Efendi, benimle konuşurken, Bu Mustafa Kemal Bey le tanıştığını söyledi. Sonra dan Paşa olmuş.. hem

Depremde nerede durmalı?

Adım Doug Copp.

Dünyanın en tecrübeli kurtarma birimi Amerikan Uluslar arası Kurtarma Ekibi' nin kurtarma şefi ve afet olayları müdürüyüm. Bu makaledeki bilgiler bir deprem anında hayat kurtaracaktır. Devamı için

Fıkralar

Kediler İçin Kara Bir Gün

1300'lerde Avrupa 'Kara Ölüm' olarak bilinen veba salgını ilk olarak 1300'lerde Çin'de ortaya çıktı.

Kurbanların şikâyetleri ağrılar, ateş ve bulantıyla başlıyordu. İnsanların dirseklerinde ve kasıklarında mor kabarıklıklar oluşuyor ve kısa sürede yumurta büyüklüğüne ulaşıp sertleşiyordu. Bu yumurtalar patladığında içinden pis kokulu siyah bir madde fışkırıyordu ancak bu rahatlama kurban için çok geç

oluyordu. Çünkü hasta beş gün içinde ölüyordu.

Bunun bilinen bir tedavisi yoktu ve alınan hiçbir önlem işe yaramıyordu. Seksen yıl içinde hastalık Çin nüfusunu üçte bir oranında azaltmıştı. İyi işleyen ticaret yolları aracılığıyla da salgın batıya doğru, Hindistan ve Ortadoğu'ya ilerliyor, her gün binlerce insanın ölümüne neden oluyordu. Hastalığa neyin sebep olduğu bulunamıyordu. 1347'de bozkır savaşçıları bir Ceneviz şehrini kuşatıp mancınıkla hastalıktan ölmüş cesetleri şehre fırlattılar.

Böylece şehrin çoğunluğu hastalığa yakalandı. Bu cesetler toplanıp yakıldı ve ardından da gömüldü ancak hastalığın yayılması engellenemedi. Şehir mahvolduğu için Cenevizliler Sicilya'ya geri döndü ve hastalığı orada da yaydılar. Hastalık, yeni ve kendisiyle ilgili hiç bilgisi olmayan bir nüfusa yayılacaktı. Sicilya üzerinden Avrupa ve Kuzey Amerika da hastalıkla tanıştı ve milyonlarca insan öldü.

Bu salgına hastanın derisinin son aşamalarda koyu mor bir renge dönmesinden dolayı "Kara Ölüm" adı verildi. Derinin bu renge dönüşmesi, soluma sorunları yüzünden kanda oksijenin azalmasından kaynaklanıyordu. Hastalık bir kere bedene girdikten sonra o günün hiçbir tıp tekniği tedavi edemiyordu. Kara ölüm şehirlerin tümünü darmadağın ederken Avrupa uygarlığının da paniğe kapılmasına yol açtı Doktorlar salgını durdurmanın yollarını aradılar. Hastalar evlerinde karantina altına alındılar ancak hastalık yine de bir orman yangını hızıyla yayıldı. Birçok insan kara ölümün, Tanrının onlara günahkar yaşamları yüzünden gönderdiği bir ceza olduğuna inandı. Tanrının öfkesini yatıştırmak için insanlar günah keçileri aramaya koyuldu.

Bazı dindarlar Tanrının öfkesini kendi üzerlerine çekip insanları kurtarmak için kendilerini kırbaçladı. Özellikle Brüksel ve Strasburg'da bazıları olanları Musevilerin varlığına bağladı.

Bu panik döneminde binlerce insan öldü. Salgının cadılar yüzünden ortaya çıktığı da söylendi. Zararsız erkek ve kadınlar evlerinden alınıp hastalığın yayılmasını önleme amacıyla yakıldı. Kedilerin ise parlayan gözleri ve geceleri dışarıda çok dolaşmaları yüzünden bu "cadıların" büyülü hayvanları olduğu düşünülüyordu. Binlerce kedi katledildi.

Aslında Avrupalılar kedileri öldürerek salgına karşı en birinci savunma hatlarını kaybetmiş oluyorlardı. Çünkü veba salgını, öteki adıyla Yersinia Pesüs yaygın bir fare biti tarafından taşınıyordu. Ortaçağda her yer fare doluydu.

Kanalizasyon ilkeldi. Caddeler insan dışkısı, çöp ve ölü hayvan artıklarıyla doluydu. Kara veba, hastalığı taşıyan bitlerin fareler yoluyla yayılması sonucu artmıştı.

Cenevizlileri Avrupa'ya geri getiren gemide insanlarla birlikte karaya çıkan fareler hastalığı taşımışlardı. Limanda yaşayan bir sürü kedi öldürülmemiş olsaydı fareleri yiyeceklerdi ve hastalık yayılmayacaktı. Ancak bu kemirgenler kontrolsüz kaldı ve getirdikleri hastalığı korumasız binlerce eve yaydı.

14. yüzyılda salgın hastalık Avrupa'da beş kez daha baş gösterdi. Salgın sona erdiğinde nüfusun üçte birinden fazlası ölmüştü. Kediler öldürülmemiş olsaydı ölüm oranı çok daha az olurdu.