Kayıtlar

Temmuz, 2015 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Türk milletine hizmetkârlık ederim.

Sultan Murad, birleşmiş Hristiyan ordularının sırtını yere serip emsalsiz bir zafer ve muvaffakiyetle Bursa'ya avdet ediyor. Beraberinde esir düşmüş Hristiyan prensleri ve asilzadeleri var. Bursa’da görülmekte olan bir dâva var... Sultan Murad şahit olarak gösterilmiştir. Kadı meşhur Molla Şemsüddin-i Fenâri... Hükümdara soruyor, bu bir Müslüman mahkemesidir.. — Adın ne? — Murad... — Ananın adı? — Gülçîçek Hatun.. — Ne iş yaparsın? — Türk milletine hizmetkârlık ederim. Ne muazzam bir hâdisedir ki Kadı, Padişahın şahitliğini kabul etmiyor. Koca muzaffer ve şevketli hükümdar adaletin hükmüne boyun eğiyor ve mahkemeyi terk ediyor. İslâm adaletinin bu en asil örneği karşısında başta Marti Godfurva olmak üzere bütün esir asilzadeler can ve gönülden Müslüman oluyorlar.. Böylece bu adalet asırlar boyu ayakta durdu, bu kılıç asırlar boyu işledi. C.Rıfat Atilhan  Tarih boyunca İslam hakimiyeti ve uğradığı suikastlar

Fransız Kıta’larında bulunan Müslüman askerlere gönderdim

1911 senesi Ağustos ve Ramazan ayı idi. Henüz Harbiye’den diploma almamış, hiç bir resmi sıfat ve şahsiyeti olmayan bir Türk genci sıfatıyla Tunus, Cezayir ve Merakeşte bir seyahat yaptım. Bu kısa seyahatim esnasında Fas Meliki Mevlây-ı Hafız'dan çarşı, pazardaki küçük esnafa kadar, sadece Türk olduğum için bana gösterilen hürmet ve itibar, mazhar olduğum misafirperverliğin asil tezahürleri karşısında duyduğum heyecan bugün, bu dakika, aradan elli küsur yıl geçmesine rağmen halâ taptaze ruhumun silinmez köşelerinde canlı olarak yaşamaktadır. Aradan on yıl geçti. İstiklâl savaşları olanca şiddetiyle devam ediyor. Zonguldak’ı bir Fransız kuvveti işgal etmiş, onun da kendisine göre gayesi var. Gaziantep, Maraş ve Adana’dan söktürüp ileri geçemeyen Fransızlar için Ankara’ya giden en kısa yol Zonguldak... Hele Bolu’da ve Düzce’de çıkan isyanlar ve ihtilâller bir muvaffak olursa ve onlar da Zonguldak cephesini bir yararlarsa netice ne olabilir? Zonguldak cephesindeki Türkler

Kalk Hindistan’a git. Satuk Buğra Han tariki hidayete gelmek için seni bekliyor.

Kaşkarda hükümdar Buğra Hanın Müslüman olması hakkında tarihlere gecen şayanı dikkat bir hadise vardır. Samani hanedanından hoca Ebunnasır nuru İslâmı yaymak için bütün gayret ve servetini sarf etmektedir. Bir gece âlem-i manâda Fahrikâinat efendimizi görür. Efendimiz kendisine şu emri tebliğ eder: «Kalk Hindistan’a git. Satuk Buğra Han tariki hidayete gelmek için seni bekliyor.» Garib bir tecellidir ki Buğra Han da aynı gece rüyasında kendisine bir mübeşşir geleceğini ve onu hak dinine davet edeceğini görür. Ebunnasr-ı Samânî Buğra Hanı hidayet yolunun başında ve hazır bir vaziyette bulur, güçlük çekmeden karşısındakinin bütün varlığının iman nuriyle aydınlandığını görür. Bu hâdise İslamiyet’in Türkistan’da yayılmasına sebep olmuş ve Hakanlarını Müslüman olmuş gören iki yüz bin çadır halkı dairei imana iltihak etmiştir. ........... Adalet İslam’ın temelidir. Bu temel sağlam olduğu ve bu umdeye riayet edildiği müddetçe Müslümanlar her girdikleri yerde hüsnü kabule m

Müslümanlığın adalet ve kanun önünde müsavat prensibine mukabil

Türk ve Müslüman adaleti himayesinde daha müemmen gördüklerinden İslâm hâkimiyetini, Hristiyan idaresine müreccah tutmakta idiler. Müslümanların tutumu ve bu dinin umdelerindeki sarahat ve asalet Ortodoks mezhebindeki Hristiyanlara; Katoliklerden daha alicenap ve daha hakikat olarak gözüküyordu. Müslümanlığın adalet ve kanun önünde müsavat prensibine mukabil; meselâ Garb müelliflerinden Klark'ın Amerika da basılmış olan Race of Turkey European kitabından şu parçayı alabiliriz: «Fesada düşmüş asilzadeleri, kalabalık ve müstebit bir ruhban sınıfı, kötü tefsir edilen bir sürü kanun ve ferman, ahaliyi devamlı bir surette soyan bir hükümet ve en kötüsü hükümetin tahammül edilmez inhisarları, vergi tahsilindeki bozukluklar ve adaletsizlikler, sürü halinde gümrük memurları ve tahsildarlar sefaletin derin çukuruna düşmüş olan halkta ne hak, ne kurtuluş imkânı ve ne de bir zerre ümit bırakmamış idî» Bir Rus tarihçisinin şu yazısını da aşağıya alırsak iyi bir mukayese yapmak imk

Ey Yahudiler cemaati! Sizler Allah’ın mahlûkatı içinde sevmediklerimizsiniz

Peygamber, bazı vakitler mal tahsili için hususi memurlar da gönderdi. Nitekim her sene Revvaha oğlu Abdullah’ı meyvelerin tahmini için Hayber’e gönderirdi. Hayber Yahudileri tahminin fazlalığından şikâyet etmişlerdi. Yahudiler Revvaha oğluna rüşvet teklif etmişler, kadınlarının ziynet altınlarından bir çıkın içinde getirerek: Bu senin olsun, tahminini az tut demişlerdi. Revvaha oğlu Abdullah da buna karşılık: «Ey Yahudiler cemaati! Sizler Allah’ın mahlûkatı içinde sevmediklerimizsiniz. Fakat bu nefret beni sizlere zulmetmeğe sevketmez. Teklif ettiğiniz rüşvete gelince: O, en menfur kazançlardandır. Biz onu yiyemeyiz.» Yahudiler bu hareket karşısında; gökler ve yerler bu feragatle ayakta durur demişlerdir. Resul Ekrem valileri ve beyleri daima teftiş ettirir, kendisine getirilen haberleri dinlerdi. Bahreyn valisi hakkında Kays kabilesi tarafından vaki olan şikâyet üzerine kendisini azletmiştir. Peygamberimizin devlet idaresindeki hassasiyeti şayan dikkattir. V

Müslümanların Habeşistan’a hicret etmeleri

Kureyş yaptığı kötülüklerle iktifa etmemiş, Müslümanların Habeşistan’a hicret ettiklerini haber alınca, onları memleketinden kovması için Necaşi nezdinde propaganda yapmak üzere iki kişi göndermişlerdir. Bunlar Asi oğlu Amru ile Rabia oğlu Abdullah’tır. Bu iki murahhas Habeşistan’a muvasalatlarında Müslümanları Mekke'ye iade ettirmek için yardımda bulunmaları maksadıyla Necaşi'nin kumandanlarına hediyeler vermişlerdir. Onlar Necaşi ile görüştüklerinde: «Ey Padişah, senin memleketine bizim taraftan bazı şaşkın gençler sızmışlardır. Onlar, milletlerinin dininden ayrılıp senin de dinine girmemişler, kendi icatları olan yeni bir din getirmişlerdir. O dini ne biz tanırız ne de milletimiz... Biz onların eşlerinden, babalarından, amcalarından, kabilelerinden ileri gelenlerini size gönderdik ki onları bize teslim edesiniz... Kendileri onları ve onlara atfedilen yolsuzlukları herkesten iyi bilirler... Bu sözler üzerine Necaşi, Müslümanların bu iddialara karşı verecekleri cevabı ken

Depremde nerede durmalı?

Adım Doug Copp.

Dünyanın en tecrübeli kurtarma birimi Amerikan Uluslar arası Kurtarma Ekibi' nin kurtarma şefi ve afet olayları müdürüyüm. Bu makaledeki bilgiler bir deprem anında hayat kurtaracaktır. Devamı için

Fıkralar

Kediler İçin Kara Bir Gün

1300'lerde Avrupa 'Kara Ölüm' olarak bilinen veba salgını ilk olarak 1300'lerde Çin'de ortaya çıktı.

Kurbanların şikâyetleri ağrılar, ateş ve bulantıyla başlıyordu. İnsanların dirseklerinde ve kasıklarında mor kabarıklıklar oluşuyor ve kısa sürede yumurta büyüklüğüne ulaşıp sertleşiyordu. Bu yumurtalar patladığında içinden pis kokulu siyah bir madde fışkırıyordu ancak bu rahatlama kurban için çok geç

oluyordu. Çünkü hasta beş gün içinde ölüyordu.

Bunun bilinen bir tedavisi yoktu ve alınan hiçbir önlem işe yaramıyordu. Seksen yıl içinde hastalık Çin nüfusunu üçte bir oranında azaltmıştı. İyi işleyen ticaret yolları aracılığıyla da salgın batıya doğru, Hindistan ve Ortadoğu'ya ilerliyor, her gün binlerce insanın ölümüne neden oluyordu. Hastalığa neyin sebep olduğu bulunamıyordu. 1347'de bozkır savaşçıları bir Ceneviz şehrini kuşatıp mancınıkla hastalıktan ölmüş cesetleri şehre fırlattılar.

Böylece şehrin çoğunluğu hastalığa yakalandı. Bu cesetler toplanıp yakıldı ve ardından da gömüldü ancak hastalığın yayılması engellenemedi. Şehir mahvolduğu için Cenevizliler Sicilya'ya geri döndü ve hastalığı orada da yaydılar. Hastalık, yeni ve kendisiyle ilgili hiç bilgisi olmayan bir nüfusa yayılacaktı. Sicilya üzerinden Avrupa ve Kuzey Amerika da hastalıkla tanıştı ve milyonlarca insan öldü.

Bu salgına hastanın derisinin son aşamalarda koyu mor bir renge dönmesinden dolayı "Kara Ölüm" adı verildi. Derinin bu renge dönüşmesi, soluma sorunları yüzünden kanda oksijenin azalmasından kaynaklanıyordu. Hastalık bir kere bedene girdikten sonra o günün hiçbir tıp tekniği tedavi edemiyordu. Kara ölüm şehirlerin tümünü darmadağın ederken Avrupa uygarlığının da paniğe kapılmasına yol açtı Doktorlar salgını durdurmanın yollarını aradılar. Hastalar evlerinde karantina altına alındılar ancak hastalık yine de bir orman yangını hızıyla yayıldı. Birçok insan kara ölümün, Tanrının onlara günahkar yaşamları yüzünden gönderdiği bir ceza olduğuna inandı. Tanrının öfkesini yatıştırmak için insanlar günah keçileri aramaya koyuldu.

Bazı dindarlar Tanrının öfkesini kendi üzerlerine çekip insanları kurtarmak için kendilerini kırbaçladı. Özellikle Brüksel ve Strasburg'da bazıları olanları Musevilerin varlığına bağladı.

Bu panik döneminde binlerce insan öldü. Salgının cadılar yüzünden ortaya çıktığı da söylendi. Zararsız erkek ve kadınlar evlerinden alınıp hastalığın yayılmasını önleme amacıyla yakıldı. Kedilerin ise parlayan gözleri ve geceleri dışarıda çok dolaşmaları yüzünden bu "cadıların" büyülü hayvanları olduğu düşünülüyordu. Binlerce kedi katledildi.

Aslında Avrupalılar kedileri öldürerek salgına karşı en birinci savunma hatlarını kaybetmiş oluyorlardı. Çünkü veba salgını, öteki adıyla Yersinia Pesüs yaygın bir fare biti tarafından taşınıyordu. Ortaçağda her yer fare doluydu.

Kanalizasyon ilkeldi. Caddeler insan dışkısı, çöp ve ölü hayvan artıklarıyla doluydu. Kara veba, hastalığı taşıyan bitlerin fareler yoluyla yayılması sonucu artmıştı.

Cenevizlileri Avrupa'ya geri getiren gemide insanlarla birlikte karaya çıkan fareler hastalığı taşımışlardı. Limanda yaşayan bir sürü kedi öldürülmemiş olsaydı fareleri yiyeceklerdi ve hastalık yayılmayacaktı. Ancak bu kemirgenler kontrolsüz kaldı ve getirdikleri hastalığı korumasız binlerce eve yaydı.

14. yüzyılda salgın hastalık Avrupa'da beş kez daha baş gösterdi. Salgın sona erdiğinde nüfusun üçte birinden fazlası ölmüştü. Kediler öldürülmemiş olsaydı ölüm oranı çok daha az olurdu.