Osmanlı vezir-i azamı'nın ingiltere'yi silkeleyen mektubu


Osmanlı Vezir-i Azamı tarafından Büyükelçi Robert Ensky aracılığıyla İngiltere'ye gönderilen ve Avam Kamarasında “Kendilerine muzaheret etmekte olduğumuzu söylediğimiz halde bilahare kendilerine ihanet ettiğimiz Osmanlı müttefiklerimiz, politik hareketimizi nefretle ve istikrahla karşıladıklarını gösteriyorlar.” diyen Mister Grey tarafından okunan 29 Şubat 1792 tarihli, İngiltereyi tam anlamıyla silkeleyen resmi mektubun İngilizceden tercümesi:

(Kaynak: John Davenport, "An Apology for Mohammed and the Koran" London 1869)

İŞTE AVAM KAMARASINDA OKUNAN O SARSICI MEKTUP !

“Halife kendi namına harp ilan eder ve sulh yapar. Bendelerine ve tebâsına itimat besler. Onların iman sahibi olduklarına vakıf bulunduğu gibi, meziyetlerini tecrübe etmiş ve sadakatlerini anlamıştır. Bu fazilet çoktan beri Avrupa’dan tard edilmiştir. Şayet bütün Nasraniler (Hıristiyanlar), doğruyu söylüyorlarsa insanları alıp sattığı için İngiltere’ye hiç itimat etmemek lazımdır. Müslümanların Halifesinin sizin hükümdarınızla, sizin memleketinizle hiçbir münasebeti olmadığı gibi, hiçbir vakit sizin nasihatinizi aracılığınızı, dostluğunu istememiş, size bir elçi, bir memur göndermemiş, sizinle hiçbir muhaberede (haberleşmede) bulunmamıştır. O halde bizimle Rusya arasında aracılık teklifinde bulunmanızın sebebi nedir? Sizin dostluğunuza, yardımınıza, aracılığınıza talip değiliz. Yüksek bir lisanla bahsettiğiniz nâzırınız, mutlaka bir hile düşünmekte, sizin yalnız paraya taptığınızı haber aldığımız milletinizi, eğlendirmek için bir dolap çevirmektedir. Siz tanrınızı satar ve alırsınız. Mabudunuz paradır. Nâzırlarınız ve milletiniz nazarında her şey ticarettir. O halde bizi de Rusya’ya mı satmak istiyorsunuz? Hayır, biz pazarlığımızı kendimiz yaparız!


Müslümanlar hile, hurda bilmezler. Şeytanlık, desisecilik Nasranî ahlakıdır. Biz devlet işlerinde namuslu, doğru, açık ve vefalı olmaktan çekinmeyiz. Harbe girdiğimiz zaman mukadderata teslim oluruz. Uzun bir zaman azamet ve ihtişam içinde yaşamış, dünyanın birinci devleti olmuş, asırlarca Nasranîlerin her türlü rezalet ve dalkavuklukla bulanmış küfür ve fesadına karşı zaferler kazanmış bulunuyoruz. Biz, Cenab-ı Hakk’a ve Rasulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem’e iman ediyoruz. Sizler ise taptığınızı söylediğiniz Allah’a iman etmez, kendisine hem ulûhiyet ve hem de peygamberlik tanıdığınız ve oğlu dediğiniz zata da inanmazsınız. O halde sizin gibi, sapık bir milletin nesine güvenilebilir?

Birbirinizle olan muamelelerinizde fazilet gibi doğruluğu da atıyorsunuz. Birbirleriyle savaşan bütün Nasranîler, krallarının, hükümdarlarının, imparatorlarının, şikâyetler, muahezeler, protestolarla dolu hal tercümelerini okuyunuz. Hepsinin yalancı, fesatçı, zalim, sözlerine güvenilmez adamlar olduklarını görürsünüz. Hâlbuki Müslümanlar hiç vadine, sözüne, şerefine halel getirmiş midir? Asla! Buna mukabil, hiç bir Nasranî devleti, menfaat ve ihtirası arzu ettiği zamandan başka, hiçbir sözünü tutmuş, hiçbir taahhüdünü ifa eylemiş midir? Hayır, o halde sizin gibi kötü bir yönetime, her faziletten mahrum bir hükümete tabi sizin gibi bir millete nasıl itimat edelim?

Halifenin, sizin sarayınızla bir münasebeti yoktur. Bir münasebet kurmak niyetinde de değildir. Şayet siz burada bir casus gibi yahut iddianız veçhile bir sefir sıfatı ile bulunmak istiyorsanız, diğer Nasranîlerle beraber ikamet edersiniz. Biz sizin karadan veya denizden yardımınıza yahut aracılığınıza -tekrar ederiz- tâlip değiliz. Vakti olan tekliflerinizden size teşekküre mezun olmadığımı çünkü divanımızın hareketinizi muvafık bulmadığını, bundan başka denizden yapacağınızı teklif ettiğiniz yardımı da keza teşekkürle karşılamayacağımızı, çünkü donanmanızı hiçbir zaman denizlerimize kabul etmeyeceğimizi beyan ederim. Sizin Rusya ile ne yapacağınızı bilmiyoruz ve bilmek de istemiyoruz. Rusya ile işlerimizi, münasip bir surette kanun ve siyasetimize uygun bir şekilde halledeceğiz. Şayet siz denildiği gibi dünyanın en alçak Nasranî Milleti değilseniz, en cüretkâr ve sahtekâr milleti olduğunuz muhakkaktır.

Siz, sizin gibi birkaç Nasranî milletleriyle de birleştinizmi, kendinizi emir vermeye salahiyetli zannedersiniz. Biz bunu anlıyoruz. Binaenaleyh sizin cüretkârlığınız, menfur bir diktatörlük derecesine yükseliyor ki; sizin bu hareketiniz, iç işlerinizde hakarete layık, hariçte ise, sözlerinizi her kıymetten ve herhangi bir devlet tarafından inceleme haysiyetinden mahrum etmektedir. Nerede kaldı ki, Bab-ı Ali (Osmanlı Hükümeti) bunlara ehemmiyet versin. Büyük vezirler, sizi dinledikçe sözlerinizde ya fena bir maksat keşfetmişler yahut işlerinizin cehalet eseri olduğunu anlamışlardır. Halife, tebasına karşı bu derece zalim olan bir devlete karşı icap eden tedbirleri ihmal etmez. Vesikaya istinaden öğrendiğimize göre, sizin aranızda yaptığınız sulhlar, rüşvete dayanmaktadır. Osmanlı vezirleri Avrupalıların sözlerini çok dinlemişler, fakat daima hıyanet görmüşler, satılmışlar veya iğfal edilmişlerdir. Binaenaleyh Rusya ile Bab-ı Ali arasında vuku bulacak aracılığınıza lüzum yoktur. Sizin hedefiniz bütün insanlığı birbirine düşürmek, sonra istifade etmektir. Sizin katmerli kazançlarınız bizim tüccarlarımızı zarara sokmuştur.

Sizin dininiz, para kazanmaktır. Taptığınız şey hasisliktir. Kabul ettiğinizi söylediğiniz Nasranîlik riyakarlığınızın bir maskesinden başka bir şey değildir. Sizden cevap istemiyoruz.. Cevap vermemenizi emrediyoruz..!”


facebook Yakın Tarih alınmıştır





Yorumlar

Depremde nerede durmalı?

Adım Doug Copp.

Dünyanın en tecrübeli kurtarma birimi Amerikan Uluslar arası Kurtarma Ekibi' nin kurtarma şefi ve afet olayları müdürüyüm. Bu makaledeki bilgiler bir deprem anında hayat kurtaracaktır. Devamı için

Fıkralar

Kediler İçin Kara Bir Gün

1300'lerde Avrupa 'Kara Ölüm' olarak bilinen veba salgını ilk olarak 1300'lerde Çin'de ortaya çıktı.

Kurbanların şikâyetleri ağrılar, ateş ve bulantıyla başlıyordu. İnsanların dirseklerinde ve kasıklarında mor kabarıklıklar oluşuyor ve kısa sürede yumurta büyüklüğüne ulaşıp sertleşiyordu. Bu yumurtalar patladığında içinden pis kokulu siyah bir madde fışkırıyordu ancak bu rahatlama kurban için çok geç

oluyordu. Çünkü hasta beş gün içinde ölüyordu.

Bunun bilinen bir tedavisi yoktu ve alınan hiçbir önlem işe yaramıyordu. Seksen yıl içinde hastalık Çin nüfusunu üçte bir oranında azaltmıştı. İyi işleyen ticaret yolları aracılığıyla da salgın batıya doğru, Hindistan ve Ortadoğu'ya ilerliyor, her gün binlerce insanın ölümüne neden oluyordu. Hastalığa neyin sebep olduğu bulunamıyordu. 1347'de bozkır savaşçıları bir Ceneviz şehrini kuşatıp mancınıkla hastalıktan ölmüş cesetleri şehre fırlattılar.

Böylece şehrin çoğunluğu hastalığa yakalandı. Bu cesetler toplanıp yakıldı ve ardından da gömüldü ancak hastalığın yayılması engellenemedi. Şehir mahvolduğu için Cenevizliler Sicilya'ya geri döndü ve hastalığı orada da yaydılar. Hastalık, yeni ve kendisiyle ilgili hiç bilgisi olmayan bir nüfusa yayılacaktı. Sicilya üzerinden Avrupa ve Kuzey Amerika da hastalıkla tanıştı ve milyonlarca insan öldü.

Bu salgına hastanın derisinin son aşamalarda koyu mor bir renge dönmesinden dolayı "Kara Ölüm" adı verildi. Derinin bu renge dönüşmesi, soluma sorunları yüzünden kanda oksijenin azalmasından kaynaklanıyordu. Hastalık bir kere bedene girdikten sonra o günün hiçbir tıp tekniği tedavi edemiyordu. Kara ölüm şehirlerin tümünü darmadağın ederken Avrupa uygarlığının da paniğe kapılmasına yol açtı Doktorlar salgını durdurmanın yollarını aradılar. Hastalar evlerinde karantina altına alındılar ancak hastalık yine de bir orman yangını hızıyla yayıldı. Birçok insan kara ölümün, Tanrının onlara günahkar yaşamları yüzünden gönderdiği bir ceza olduğuna inandı. Tanrının öfkesini yatıştırmak için insanlar günah keçileri aramaya koyuldu.

Bazı dindarlar Tanrının öfkesini kendi üzerlerine çekip insanları kurtarmak için kendilerini kırbaçladı. Özellikle Brüksel ve Strasburg'da bazıları olanları Musevilerin varlığına bağladı.

Bu panik döneminde binlerce insan öldü. Salgının cadılar yüzünden ortaya çıktığı da söylendi. Zararsız erkek ve kadınlar evlerinden alınıp hastalığın yayılmasını önleme amacıyla yakıldı. Kedilerin ise parlayan gözleri ve geceleri dışarıda çok dolaşmaları yüzünden bu "cadıların" büyülü hayvanları olduğu düşünülüyordu. Binlerce kedi katledildi.

Aslında Avrupalılar kedileri öldürerek salgına karşı en birinci savunma hatlarını kaybetmiş oluyorlardı. Çünkü veba salgını, öteki adıyla Yersinia Pesüs yaygın bir fare biti tarafından taşınıyordu. Ortaçağda her yer fare doluydu.

Kanalizasyon ilkeldi. Caddeler insan dışkısı, çöp ve ölü hayvan artıklarıyla doluydu. Kara veba, hastalığı taşıyan bitlerin fareler yoluyla yayılması sonucu artmıştı.

Cenevizlileri Avrupa'ya geri getiren gemide insanlarla birlikte karaya çıkan fareler hastalığı taşımışlardı. Limanda yaşayan bir sürü kedi öldürülmemiş olsaydı fareleri yiyeceklerdi ve hastalık yayılmayacaktı. Ancak bu kemirgenler kontrolsüz kaldı ve getirdikleri hastalığı korumasız binlerce eve yaydı.

14. yüzyılda salgın hastalık Avrupa'da beş kez daha baş gösterdi. Salgın sona erdiğinde nüfusun üçte birinden fazlası ölmüştü. Kediler öldürülmemiş olsaydı ölüm oranı çok daha az olurdu.


Bu blogdaki popüler yayınlar

Türkiye'ye adnan menderes zamanında "marshall yardımı" ile el attık

Rumeli hisarının yapılışı

"ERKEKLER GİBİ SAVAŞAMADIN, BARİ OTURUP KADINLAR GİBİ AĞLA"

İstiklal Savaşı'nın en küçük askeri ! Nezahet Onbaşı'nın kahramanlık öyküsü..

Kâbe’yi yıkmaya gelen Ebrehe ve askerlerinin başına gelenler