Kalk Hindistan’a git. Satuk Buğra Han tariki hidayete gelmek için seni bekliyor.

Kaşkarda hükümdar Buğra Hanın Müslüman olması hakkında tarihlere gecen şayanı dikkat bir hadise vardır. Samani hanedanından hoca Ebunnasır nuru İslâmı yaymak için bütün gayret ve servetini sarf etmektedir. Bir gece âlem-i manâda Fahrikâinat efendimizi görür.

Efendimiz kendisine şu emri tebliğ eder:

«Kalk Hindistan’a git. Satuk Buğra Han tariki hidayete gelmek için seni bekliyor.»

Garib bir tecellidir ki Buğra Han da aynı gece rüyasında kendisine bir mübeşşir geleceğini ve onu hak dinine davet edeceğini görür. Ebunnasr-ı Samânî Buğra Hanı hidayet yolunun başında ve hazır bir vaziyette bulur, güçlük çekmeden karşısındakinin bütün varlığının iman nuriyle aydınlandığını görür. Bu hâdise İslamiyet’in Türkistan’da yayılmasına sebep olmuş ve Hakanlarını Müslüman olmuş gören iki yüz bin çadır halkı dairei imana iltihak etmiştir.
...........

Adalet İslam’ın temelidir. Bu temel sağlam olduğu ve bu umdeye riayet edildiği müddetçe Müslümanlar her girdikleri yerde hüsnü kabule mazhar olmuşlar ve bu sayede uzun müddet oralarda payidar olmuşlardır. İslâmda tab'aya muamele; herkesin mensup olduğu dine göre değil, insan hakları ve adalet mefhumuna göredir.

Nitekim Cenabı Hak Maide süresinde şöyle buyurmaktadır:

«Bir cemaati sevmemekliginiz, onlar hakkında adaleti terk etmenize sebep olmamalı. Adalet ediniz ki, bu sizi Allah'tan korkmaya daha yakın tutar. Allah yaptıklarınızı bilir.»

İslam adaleti karşısında, insanlar aynı hakka malik ve birbirlerine müsavidir. Hiç kimse için imtiyaz yoktur. Valiler ve hükumet adamları halka adalet ve müsavat dâhilinde muamele ederler.
Hâkimler ancak kanun ve adaletle hükümlerini verirler. Başka dinden olması, zengin ve fakir olması adaletin bu prensibi üzerinde zerre kadar tesir yapamaz.

Yeni memleketler ele geçiren Müslümanların halkın arasına karışmaları, o memleket halkının kitle halinde Müslüman olmalarına sebep olmuştur. Öyle ki Müslümanlar yeni girdikleri memleketin yerlilerine İslam dinini öğretmek ve İslam kültürüyle zihinleri beslemeğe çalışmışlar ve yerli halkla komşuluk ederek onlarla birlikte yaşamışlar ve içtimaî hayatın bütün icaplarını beraber paylaşarak
halkı kendilerine ısındırmışlardır.


İşgal edilen memleketlerin halkına başka nazarla bakmayıp cümlesini bir devletin tab'ası saydıklarından halk kendilerine muhabbet beslemeğe ve Müslümanlığın prensiplerini sevmeğe başlamışlardır.

C.Rıfat Atilhan Tarh boyunca İslam hâkimiyeti ve uğradığı suikastlar



Yorumlar

Depremde nerede durmalı?

Adım Doug Copp.

Dünyanın en tecrübeli kurtarma birimi Amerikan Uluslar arası Kurtarma Ekibi' nin kurtarma şefi ve afet olayları müdürüyüm. Bu makaledeki bilgiler bir deprem anında hayat kurtaracaktır. Devamı için

Fıkralar

Kediler İçin Kara Bir Gün

1300'lerde Avrupa 'Kara Ölüm' olarak bilinen veba salgını ilk olarak 1300'lerde Çin'de ortaya çıktı.

Kurbanların şikâyetleri ağrılar, ateş ve bulantıyla başlıyordu. İnsanların dirseklerinde ve kasıklarında mor kabarıklıklar oluşuyor ve kısa sürede yumurta büyüklüğüne ulaşıp sertleşiyordu. Bu yumurtalar patladığında içinden pis kokulu siyah bir madde fışkırıyordu ancak bu rahatlama kurban için çok geç

oluyordu. Çünkü hasta beş gün içinde ölüyordu.

Bunun bilinen bir tedavisi yoktu ve alınan hiçbir önlem işe yaramıyordu. Seksen yıl içinde hastalık Çin nüfusunu üçte bir oranında azaltmıştı. İyi işleyen ticaret yolları aracılığıyla da salgın batıya doğru, Hindistan ve Ortadoğu'ya ilerliyor, her gün binlerce insanın ölümüne neden oluyordu. Hastalığa neyin sebep olduğu bulunamıyordu. 1347'de bozkır savaşçıları bir Ceneviz şehrini kuşatıp mancınıkla hastalıktan ölmüş cesetleri şehre fırlattılar.

Böylece şehrin çoğunluğu hastalığa yakalandı. Bu cesetler toplanıp yakıldı ve ardından da gömüldü ancak hastalığın yayılması engellenemedi. Şehir mahvolduğu için Cenevizliler Sicilya'ya geri döndü ve hastalığı orada da yaydılar. Hastalık, yeni ve kendisiyle ilgili hiç bilgisi olmayan bir nüfusa yayılacaktı. Sicilya üzerinden Avrupa ve Kuzey Amerika da hastalıkla tanıştı ve milyonlarca insan öldü.

Bu salgına hastanın derisinin son aşamalarda koyu mor bir renge dönmesinden dolayı "Kara Ölüm" adı verildi. Derinin bu renge dönüşmesi, soluma sorunları yüzünden kanda oksijenin azalmasından kaynaklanıyordu. Hastalık bir kere bedene girdikten sonra o günün hiçbir tıp tekniği tedavi edemiyordu. Kara ölüm şehirlerin tümünü darmadağın ederken Avrupa uygarlığının da paniğe kapılmasına yol açtı Doktorlar salgını durdurmanın yollarını aradılar. Hastalar evlerinde karantina altına alındılar ancak hastalık yine de bir orman yangını hızıyla yayıldı. Birçok insan kara ölümün, Tanrının onlara günahkar yaşamları yüzünden gönderdiği bir ceza olduğuna inandı. Tanrının öfkesini yatıştırmak için insanlar günah keçileri aramaya koyuldu.

Bazı dindarlar Tanrının öfkesini kendi üzerlerine çekip insanları kurtarmak için kendilerini kırbaçladı. Özellikle Brüksel ve Strasburg'da bazıları olanları Musevilerin varlığına bağladı.

Bu panik döneminde binlerce insan öldü. Salgının cadılar yüzünden ortaya çıktığı da söylendi. Zararsız erkek ve kadınlar evlerinden alınıp hastalığın yayılmasını önleme amacıyla yakıldı. Kedilerin ise parlayan gözleri ve geceleri dışarıda çok dolaşmaları yüzünden bu "cadıların" büyülü hayvanları olduğu düşünülüyordu. Binlerce kedi katledildi.

Aslında Avrupalılar kedileri öldürerek salgına karşı en birinci savunma hatlarını kaybetmiş oluyorlardı. Çünkü veba salgını, öteki adıyla Yersinia Pesüs yaygın bir fare biti tarafından taşınıyordu. Ortaçağda her yer fare doluydu.

Kanalizasyon ilkeldi. Caddeler insan dışkısı, çöp ve ölü hayvan artıklarıyla doluydu. Kara veba, hastalığı taşıyan bitlerin fareler yoluyla yayılması sonucu artmıştı.

Cenevizlileri Avrupa'ya geri getiren gemide insanlarla birlikte karaya çıkan fareler hastalığı taşımışlardı. Limanda yaşayan bir sürü kedi öldürülmemiş olsaydı fareleri yiyeceklerdi ve hastalık yayılmayacaktı. Ancak bu kemirgenler kontrolsüz kaldı ve getirdikleri hastalığı korumasız binlerce eve yaydı.

14. yüzyılda salgın hastalık Avrupa'da beş kez daha baş gösterdi. Salgın sona erdiğinde nüfusun üçte birinden fazlası ölmüştü. Kediler öldürülmemiş olsaydı ölüm oranı çok daha az olurdu.


Bu blogdaki popüler yayınlar

Türkiye'ye adnan menderes zamanında "marshall yardımı" ile el attık

Rumeli hisarının yapılışı

"ERKEKLER GİBİ SAVAŞAMADIN, BARİ OTURUP KADINLAR GİBİ AĞLA"

İstiklal Savaşı'nın en küçük askeri ! Nezahet Onbaşı'nın kahramanlık öyküsü..

Kâbe’yi yıkmaya gelen Ebrehe ve askerlerinin başına gelenler