Müslümanların Habeşistan’a hicret etmeleri

Kureyş yaptığı kötülüklerle iktifa etmemiş, Müslümanların Habeşistan’a hicret ettiklerini haber alınca, onları memleketinden kovması için Necaşi nezdinde propaganda yapmak üzere iki kişi göndermişlerdir. Bunlar Asi oğlu Amru ile Rabia oğlu Abdullah’tır. Bu iki murahhas Habeşistan’a muvasalatlarında Müslümanları Mekke'ye iade ettirmek için yardımda bulunmaları maksadıyla Necaşi'nin kumandanlarına hediyeler vermişlerdir. Onlar Necaşi ile görüştüklerinde:
«Ey Padişah, senin memleketine bizim taraftan bazı şaşkın gençler sızmışlardır. Onlar, milletlerinin dininden ayrılıp senin de dinine girmemişler, kendi icatları olan yeni bir din getirmişlerdir. O dini ne biz tanırız ne de milletimiz... Biz onların eşlerinden, babalarından, amcalarından, kabilelerinden ileri gelenlerini size gönderdik ki onları bize teslim edesiniz... Kendileri onları ve onlara atfedilen yolsuzlukları herkesten iyi bilirler... Bu sözler üzerine Necaşi, Müslümanların bu iddialara karşı verecekleri cevabı kendilerinden dinlemek üzere onları çağırtmıştır. Geldiklerinde kendilerine: Siz memleketinizden ayrılmış olup benim dinime ve bu milletlerden herhangi birinin dinine girmemişsiniz, o halde bu sarıldığınız din nedir? Diye sormuştur. Bu sual üzerine Ebu Talib oğlu Cafer:

Bu dine sülük etmeden evvelki cahiliyet hallerini ve o hal içindeki âdetlerini anlattıktan sonra
İslâm dinînin kendilerine gösterdiği doğru yolu ve İslâmiyeti kabulden sonraki hallerini ve ondan sonra Kureyşlilerin kendilerine reva gördükleri azap ve işkenceyi anlattı ve ilâve etti:
“— Bizi zorluk, zulüm ve darlık içinde bıraktılar ve bizi bu dinimizden alıkoymak isteyince biz de senin memleketine hicret ettik ve seni diğerlerinden üstün bulduk ve komşuluğunu arzu ettik ve yanınızda artık zulüm görmeyeceğimizi ümit ettik,” dedi.
Bunun üzerine Necaşi, Cafer’e:

“— Peygamberin Allahtan getirdiği şeylerden bana okuyacak bir şeyin var mı?” dedi. Bunun üzerine Cafer, evet, dedi ve Kur'andan Meryem suresinin başından şunu okudu:
“Bunun üzerine Meryem ona (İsa’ya) işaret etti. «Biz, dediler, henüz beşikte bulunan bir sabi ile nasıl konuşuruz, İsa dile gelip dedi ki: Ben hakikat Allahın kuluyum. O, bana kitap verdi.
Beni Peygamber yaptı. Beni her nerede bulunursam mübarek kıldı. Bana, ben hayatta oldukça, namazı, zekâtı emretti. Beni anneme hürmetkâr kıldı. Beni bir zorba, bir bedbaht olarak yaratmadı. Dünyaya getirildiğim gün de, öleceğim gün de, bir diri olarak kabrimden kaldırılacağım gün de selâm benim üzerimdedir.”
Kısmına kadar okudu. Papazlar bu sözleri işitince dediler ki: Bu sözler Hazreti İsa’nın sözlerinin fışkırdığı kaynaktan fışkırmıştır.

Necaşi de, bu olsun, Musa'nın getirdiği şey olsun küçük İsa ışık penceresinden çıkar dedi. Sonra Kureyşin iki elçisine dönerek: ikiniz gidiniz, yemin ederim ki bunları size teslim etmem, diye ilâve etti. Bu iki elçi Necaşi'nin meclisinden çıkınca başka bir dolap ve çare düşünmeğe başladılar. Ertesi günü Asi oğlu Amru tekrar Necaşi'nin nezdine dönerek:

-Müslümanlar Meryem oğlu İsa hakkında çirkin şeyler söylüyorlar, bunu da kendilerinden sorunuz, deyince Necaşi onları tekrar nezdine çağırarak bunu sordu. Cafer'in cevabı şu oldu: Biz, ancak Peygamberimizin söylediğini tekrarlarız, o da şudur: Isa Allah’ın kulu ve Peygamberi ve ruhu, bakire ve erkeklerden içtinap eden Meryeme ilka ettiği kelâmıdır. Bunun üzerine Necaşi eline bir değnek alarak yere bir çizgi çizdi ve Cafer'e:

-Bizim dinimizle sizin dininiz arasında bu çizgiden fazla bir şey yoktur, dedi ve iki elçiyi de huzurundan çıkardı, onlar da elleri böğürlerinde geri döndüler.

Tarih boyunca İslam hâkimiyeti ve uğradığı suikastlar

Gn.Cevat Rıfat Atilhan

Yorumlar

Depremde nerede durmalı?

Adım Doug Copp.

Dünyanın en tecrübeli kurtarma birimi Amerikan Uluslar arası Kurtarma Ekibi' nin kurtarma şefi ve afet olayları müdürüyüm. Bu makaledeki bilgiler bir deprem anında hayat kurtaracaktır. Devamı için

Fıkralar

Kediler İçin Kara Bir Gün

1300'lerde Avrupa 'Kara Ölüm' olarak bilinen veba salgını ilk olarak 1300'lerde Çin'de ortaya çıktı.

Kurbanların şikâyetleri ağrılar, ateş ve bulantıyla başlıyordu. İnsanların dirseklerinde ve kasıklarında mor kabarıklıklar oluşuyor ve kısa sürede yumurta büyüklüğüne ulaşıp sertleşiyordu. Bu yumurtalar patladığında içinden pis kokulu siyah bir madde fışkırıyordu ancak bu rahatlama kurban için çok geç

oluyordu. Çünkü hasta beş gün içinde ölüyordu.

Bunun bilinen bir tedavisi yoktu ve alınan hiçbir önlem işe yaramıyordu. Seksen yıl içinde hastalık Çin nüfusunu üçte bir oranında azaltmıştı. İyi işleyen ticaret yolları aracılığıyla da salgın batıya doğru, Hindistan ve Ortadoğu'ya ilerliyor, her gün binlerce insanın ölümüne neden oluyordu. Hastalığa neyin sebep olduğu bulunamıyordu. 1347'de bozkır savaşçıları bir Ceneviz şehrini kuşatıp mancınıkla hastalıktan ölmüş cesetleri şehre fırlattılar.

Böylece şehrin çoğunluğu hastalığa yakalandı. Bu cesetler toplanıp yakıldı ve ardından da gömüldü ancak hastalığın yayılması engellenemedi. Şehir mahvolduğu için Cenevizliler Sicilya'ya geri döndü ve hastalığı orada da yaydılar. Hastalık, yeni ve kendisiyle ilgili hiç bilgisi olmayan bir nüfusa yayılacaktı. Sicilya üzerinden Avrupa ve Kuzey Amerika da hastalıkla tanıştı ve milyonlarca insan öldü.

Bu salgına hastanın derisinin son aşamalarda koyu mor bir renge dönmesinden dolayı "Kara Ölüm" adı verildi. Derinin bu renge dönüşmesi, soluma sorunları yüzünden kanda oksijenin azalmasından kaynaklanıyordu. Hastalık bir kere bedene girdikten sonra o günün hiçbir tıp tekniği tedavi edemiyordu. Kara ölüm şehirlerin tümünü darmadağın ederken Avrupa uygarlığının da paniğe kapılmasına yol açtı Doktorlar salgını durdurmanın yollarını aradılar. Hastalar evlerinde karantina altına alındılar ancak hastalık yine de bir orman yangını hızıyla yayıldı. Birçok insan kara ölümün, Tanrının onlara günahkar yaşamları yüzünden gönderdiği bir ceza olduğuna inandı. Tanrının öfkesini yatıştırmak için insanlar günah keçileri aramaya koyuldu.

Bazı dindarlar Tanrının öfkesini kendi üzerlerine çekip insanları kurtarmak için kendilerini kırbaçladı. Özellikle Brüksel ve Strasburg'da bazıları olanları Musevilerin varlığına bağladı.

Bu panik döneminde binlerce insan öldü. Salgının cadılar yüzünden ortaya çıktığı da söylendi. Zararsız erkek ve kadınlar evlerinden alınıp hastalığın yayılmasını önleme amacıyla yakıldı. Kedilerin ise parlayan gözleri ve geceleri dışarıda çok dolaşmaları yüzünden bu "cadıların" büyülü hayvanları olduğu düşünülüyordu. Binlerce kedi katledildi.

Aslında Avrupalılar kedileri öldürerek salgına karşı en birinci savunma hatlarını kaybetmiş oluyorlardı. Çünkü veba salgını, öteki adıyla Yersinia Pesüs yaygın bir fare biti tarafından taşınıyordu. Ortaçağda her yer fare doluydu.

Kanalizasyon ilkeldi. Caddeler insan dışkısı, çöp ve ölü hayvan artıklarıyla doluydu. Kara veba, hastalığı taşıyan bitlerin fareler yoluyla yayılması sonucu artmıştı.

Cenevizlileri Avrupa'ya geri getiren gemide insanlarla birlikte karaya çıkan fareler hastalığı taşımışlardı. Limanda yaşayan bir sürü kedi öldürülmemiş olsaydı fareleri yiyeceklerdi ve hastalık yayılmayacaktı. Ancak bu kemirgenler kontrolsüz kaldı ve getirdikleri hastalığı korumasız binlerce eve yaydı.

14. yüzyılda salgın hastalık Avrupa'da beş kez daha baş gösterdi. Salgın sona erdiğinde nüfusun üçte birinden fazlası ölmüştü. Kediler öldürülmemiş olsaydı ölüm oranı çok daha az olurdu.


Bu blogdaki popüler yayınlar

Türkiye'ye adnan menderes zamanında "marshall yardımı" ile el attık

Rumeli hisarının yapılışı

"ERKEKLER GİBİ SAVAŞAMADIN, BARİ OTURUP KADINLAR GİBİ AĞLA"

İstiklal Savaşı'nın en küçük askeri ! Nezahet Onbaşı'nın kahramanlık öyküsü..

Kâbe’yi yıkmaya gelen Ebrehe ve askerlerinin başına gelenler