TESLİS






Teslis sınıfsal şirkin bir çeşididir. Daha önce anlattığım sekilerinden biri. Önemli olan egemen sınıfın başlangıçta tek boyutlu iken insanlık tarihi boyunca tekamül ederek üç boyutluluğa dönüşmesidir. Biri siyasi kudret, biri dini kudret, biri iktisadi kudret.




Gelen her peygamber, iktisadi ve siyasi boyutun yardımıyla egemen dini güç tarafından ezilmeye çalışılmıştır. Her Tevhid peygamberi muzaffer olunca bunlar, o peygamberi takip edenler seklinde ortaya çıkmışlar. Sonra da o peygamberin yerine geçenler unvanıyla, halka hükmetmişlerdir.
Yahudi hahamları bütün güçleriyle İsa (a.s.) ile savaştılar. Bunlar daha sonra İsa'nın keşişleri kisvesi ile ortaya çıktılar. İsa'nın keşişleri İslam ile yaptıkları mücadelede yenilgiye uğradıktan sonra, halifelere bağlı ruhanilere dönüştüler. “Hüseyin” (a.s.), “Hür” ve diğerlerinin aleyhine fetva verenler bunlardır.




Başlangıçta “Kabil” seklinde zuhur eden egemen sınıf, sonraları gelişerek üç çehreye bürünür. Siyasi çehre, dinî çehre, iktisadi çehre. Bunlar Kur’ân’da üç sembol ile çok güzel ve müşahhas olarak ifade edilirler.
Firavun siyasî çehredir, Karun iktisadî çehre, Bel’am Bâur ruhani çehredir. Her üçü ayni özelliğe sahiptir ve bir müessesede iş yapıyorlar. Biri baskıda bulunuyor (Istibdad), biri sömürüyor (İstismar), diğeri de eşekleştiriyor (istihmar)!
Bu Üç Boyuta Bağlı Peygamberler
iran, Çin ve Hind’in peygamber benzeri liderleri, Yunan'ın peygamber benzeri ahlakı ve manevi liderlerinin hepsi, istisnasız baba veya ana tarafından bu üç boyuttan birine bağlıdırlar. Ya anası ya babası, istihmarci veya istismarcı dır. Biri Karunzâdedir, diğeri Firavunzâdedir veya her ikisidir. Lao-Tsu,Konfüçyüs, Buda -Peygamber benzeri Veda liderleri-Zerdüst, Mazdek, Mâni, Sokrat, Eflâtun ve Aristo bunların hepsi üst sınıftandır, kabilelerin üst sınıfına bağlıdırlar.
Bunlara karşı İbrahim! Peygamberler ismiyle bir dizi peygamberimiz var. İslam Peygamberinin de buyurduğu gibi istisnasız hepsi koyun atlatmıştır. (Koyun otlatmamış olan hiçbir peygamber yoktur) Peygamberden maksat O’nun kendi silsilesinden olan peygamberlerdir; diğerlerini peygamber kabul etmemektedir. Tarihin açık olarak belirttiği gibi, bunlar ya çobanlardan dırlar veya çiftçilik döneminde çobanlardan da daha aşağı olan sanatkârlardandırlar.




Şimdi de tarım ve köy toplumlarında, sanat işi ile uğraşanların sosyal haysiyet açısından köylüden daha alt düzeyde bir makama sahip olduklarını görüyoruz. Şöyle ki bir köylü kızını meselâ asla bir nalbantta vermiyor, (kendisinden daha zengin olsa bile yine vermiyor) bir ayakkabı tamircisine vermiyor. Alet yapıcılar ve sanatkarlar özel bir sınıftır (çingeneler gibi) feodalite ve çiftçilik döneminde sosyal prestijleri sürekli darbe yer. Bütün bunların sebebi sanatın eskiden bugünkü kadar değerli olmamasıdır.
Ibrahimî peygamberler çoban zümresine bağlıdırlar. Ya sanatkardırlar veya bunlara yakın kitlelere bağlıdırlar. Yani mahrum sınıfın en mahrum ve en dip tortusudurlar. Bu yüzden bazıları “ümmi” kelimesinin “ümmül kura”dan olduğunu düşünmüşler. Mekke’ye mensup olma anlamında yorumlamışlar ve gerçekten ilginç bîr tanıma ulaşmışlardır: “Peygamber Mekke-li’dir.” Diğerleriyse okuma yazma bilmemek anlamına almışlardır. Elbette ben okuma ve yazması vardı demek istemiyorum. Ama Allah'ın dediği: “… Onlar yanlarındaki Tevrat ve İncil’de yazılı bulacakları ümmi nebi olan o resule tâbi olanlardır. O kendilerine iyiliği emrediyor, onları kötülükten nehyediyor…” (A’râf/157) ayette ümmî, yüce bir sıfattır. “Okuma yazması olmayan büyük elçimiz” anlamında değil. Yine okuma yazma bilmemek peygamberin bir noksanlığı veya faziletidir de demek istemiyorum. Ama, şuna dayanıl mamalıdır: “Okuma yazması olmadığı için bütün bu azamete sahiptir.” “Ümmi”, ümmet tendir. Yani, tarih boyunca kabilelere hükmeden, siyasi, dini ve iktisadi gücü ellerinde bulunduranlara karşı, halka bağlıdır. Kurban edilmiş, yaralı, sömürülmüş halka ve bu Firavun, Karun ve Belam Baur üçlüsü tarafından kanı emilmiş mahrum sınıfa bağlıdır.
Bütün tarih boyunca onlar ibrahimî olmayan peygamberler sınıfsal açıdan o üç boyuta bağlıdırlar. İbrahimi peygamberler ise bu mahrum sınıfa bağlıdır. Bunlar ümmete bağlıdır ve ümmîdir. Alışılmış olarak okuma, yazma ve bilgi, egemen sınıfın emri de olmuştur. Sekreterler, ruhanîler ders okumuşlardır, halk kitlesinin ise genellikle okuma yazması olmamıştır. İşte bu peygamberler de kendi sınıfdaşları gibi okuma, araştırma, tahsil, okul, medrese nimetinden mahrum kalmışlardır.
O halde İslâm peygamberinin ümmi olması, İbrahimî peygamberlerin bütün tarih boyunca toplumun bu sınıfına mahrum, baskıya uğramış, yaralanmış kutba bağlı olmasındandır.




Dinler Tarihi Ali Şeriati


























Yorumlar

Depremde nerede durmalı?

Adım Doug Copp.

Dünyanın en tecrübeli kurtarma birimi Amerikan Uluslar arası Kurtarma Ekibi' nin kurtarma şefi ve afet olayları müdürüyüm. Bu makaledeki bilgiler bir deprem anında hayat kurtaracaktır. Devamı için

Fıkralar

Kediler İçin Kara Bir Gün

1300'lerde Avrupa 'Kara Ölüm' olarak bilinen veba salgını ilk olarak 1300'lerde Çin'de ortaya çıktı.

Kurbanların şikâyetleri ağrılar, ateş ve bulantıyla başlıyordu. İnsanların dirseklerinde ve kasıklarında mor kabarıklıklar oluşuyor ve kısa sürede yumurta büyüklüğüne ulaşıp sertleşiyordu. Bu yumurtalar patladığında içinden pis kokulu siyah bir madde fışkırıyordu ancak bu rahatlama kurban için çok geç

oluyordu. Çünkü hasta beş gün içinde ölüyordu.

Bunun bilinen bir tedavisi yoktu ve alınan hiçbir önlem işe yaramıyordu. Seksen yıl içinde hastalık Çin nüfusunu üçte bir oranında azaltmıştı. İyi işleyen ticaret yolları aracılığıyla da salgın batıya doğru, Hindistan ve Ortadoğu'ya ilerliyor, her gün binlerce insanın ölümüne neden oluyordu. Hastalığa neyin sebep olduğu bulunamıyordu. 1347'de bozkır savaşçıları bir Ceneviz şehrini kuşatıp mancınıkla hastalıktan ölmüş cesetleri şehre fırlattılar.

Böylece şehrin çoğunluğu hastalığa yakalandı. Bu cesetler toplanıp yakıldı ve ardından da gömüldü ancak hastalığın yayılması engellenemedi. Şehir mahvolduğu için Cenevizliler Sicilya'ya geri döndü ve hastalığı orada da yaydılar. Hastalık, yeni ve kendisiyle ilgili hiç bilgisi olmayan bir nüfusa yayılacaktı. Sicilya üzerinden Avrupa ve Kuzey Amerika da hastalıkla tanıştı ve milyonlarca insan öldü.

Bu salgına hastanın derisinin son aşamalarda koyu mor bir renge dönmesinden dolayı "Kara Ölüm" adı verildi. Derinin bu renge dönüşmesi, soluma sorunları yüzünden kanda oksijenin azalmasından kaynaklanıyordu. Hastalık bir kere bedene girdikten sonra o günün hiçbir tıp tekniği tedavi edemiyordu. Kara ölüm şehirlerin tümünü darmadağın ederken Avrupa uygarlığının da paniğe kapılmasına yol açtı Doktorlar salgını durdurmanın yollarını aradılar. Hastalar evlerinde karantina altına alındılar ancak hastalık yine de bir orman yangını hızıyla yayıldı. Birçok insan kara ölümün, Tanrının onlara günahkar yaşamları yüzünden gönderdiği bir ceza olduğuna inandı. Tanrının öfkesini yatıştırmak için insanlar günah keçileri aramaya koyuldu.

Bazı dindarlar Tanrının öfkesini kendi üzerlerine çekip insanları kurtarmak için kendilerini kırbaçladı. Özellikle Brüksel ve Strasburg'da bazıları olanları Musevilerin varlığına bağladı.

Bu panik döneminde binlerce insan öldü. Salgının cadılar yüzünden ortaya çıktığı da söylendi. Zararsız erkek ve kadınlar evlerinden alınıp hastalığın yayılmasını önleme amacıyla yakıldı. Kedilerin ise parlayan gözleri ve geceleri dışarıda çok dolaşmaları yüzünden bu "cadıların" büyülü hayvanları olduğu düşünülüyordu. Binlerce kedi katledildi.

Aslında Avrupalılar kedileri öldürerek salgına karşı en birinci savunma hatlarını kaybetmiş oluyorlardı. Çünkü veba salgını, öteki adıyla Yersinia Pesüs yaygın bir fare biti tarafından taşınıyordu. Ortaçağda her yer fare doluydu.

Kanalizasyon ilkeldi. Caddeler insan dışkısı, çöp ve ölü hayvan artıklarıyla doluydu. Kara veba, hastalığı taşıyan bitlerin fareler yoluyla yayılması sonucu artmıştı.

Cenevizlileri Avrupa'ya geri getiren gemide insanlarla birlikte karaya çıkan fareler hastalığı taşımışlardı. Limanda yaşayan bir sürü kedi öldürülmemiş olsaydı fareleri yiyeceklerdi ve hastalık yayılmayacaktı. Ancak bu kemirgenler kontrolsüz kaldı ve getirdikleri hastalığı korumasız binlerce eve yaydı.

14. yüzyılda salgın hastalık Avrupa'da beş kez daha baş gösterdi. Salgın sona erdiğinde nüfusun üçte birinden fazlası ölmüştü. Kediler öldürülmemiş olsaydı ölüm oranı çok daha az olurdu.


Bu blogdaki popüler yayınlar

Türkiye'ye adnan menderes zamanında "marshall yardımı" ile el attık

Rumeli hisarının yapılışı

"ERKEKLER GİBİ SAVAŞAMADIN, BARİ OTURUP KADINLAR GİBİ AĞLA"

İstiklal Savaşı'nın en küçük askeri ! Nezahet Onbaşı'nın kahramanlık öyküsü..

Kâbe’yi yıkmaya gelen Ebrehe ve askerlerinin başına gelenler