Dört aylık barut ile ne yapılabilir?

 


Bir gün Hasan Can ile Eyyûb camiinden çıkarken, büyük kadırgalardan amiral gemisi olan birinin limanda bütün yelkenlerinin açılmış olduğunu gördü. Baştan başa öfke kesilerek bunun kimin tarafından verilen emir üzerine denize indirildiğini sordu. Vezir-i Âzam Pîri Paşa,

gemiler biter bitmez denize indirilmelerinin epey zamandan beri yerleşmiş bir gelenek olduğunu açıklayarak Kaptan-ı Derya Cafer Bey’i zor kurtarabildi.


Yavuz bir gün vezirlerine :


“Siz beni Rodos fethine itmek istiyorsunuz, fakat Rodos’u almak için ne kadar barut gerekmektedir, sizin ne kadar barutunuz vardır, bunu biliyor musunuz? diye sordu. Vezirler birden bire karşılaştıkları bu soruya cevap veremediler. Ancak ertesi günü gelip dört aylık bir kuşatmaya yetecek kadar barut mevcudu bulunduğunu söylediler. Bunun üzerine Yavuz Sultan Selim, kızgınca, onlara :


“Dört aylık barut ile ne yapılabilir? Oysa ki bunun iki katı bile yetmez. Benim de Fatih Sultan Mehmed gibi sonunda geri çekilerek mahcup olmamı mı istersiniz? Bu türlü hazırlıklarla savaşa başlayıp da Rodos’a gidemem. Hem öyle sanıyorum ki ahiret yolculuğundan başka artık seferim

yoktur.” Yavuz’un bu sözleri, yakında öleceğine dair doğru çıkan bir önsezi ile kendisine ilham olmuştu. Gerçekten az bir süre sonra İstanbul’dan Edirne’ye giderken vefat eylemiştir.


İstanbul’dan hareketinden üç gün önce böğründe şiddetli ağrılar duymuş ve kasığında görünen bir hıyarcığın tedavi ettirilmesi için Hasan Can tarafından yapılan ricalara rağmen ata binmiş (doğrusu, görünen şey kasığında değil, omuzuna yakın bir yerde bir çıban belirtisi idi. Bu çıbanın da şirpençe

olduğu meşhurdur). Çorlu ile Uğraş köyü arasında; babası ile uzlaşmazlığa düşüp sonunda tahta çıkmasına yol açan savaşın vukua geldiği yerde, ağrıları o kadar arttı ki durmak zorunda

kaldı. Beraberinde bulunan hekim, günden güne büyümekte olan çıbanlara nasıl karşı koyacağını bilmiyorlardı.


Yavuz Sultan Selim, artık son dakikalarını yaşıyordu Son gece yanından hiç ayrılmayan Hasan Can, başı uçunda “Yasin” suresini okuyordu. Padişah’ ın titremekte olan dudakları bu sureyi birlikte okumakta olduğunu gösteriyordu. Hasan Can, “Selamün kavlen min Rabbin Rahîm” (Rahim olan Rab tarafından onlara selam gelir) ayeti kerimesine gelince Yavuz Sultan Selim, Şahadet parmağını kaldırarak diğer parmaklarını yummuş ve hayata gözlerini kapamıştır (22 Eylül 1520).

Hasan Can, Hazinedarbaşıyı Padişah’ ın vefatını sağa sola yaymaktan akıllıca tedbirleri ile

alıkoydu.


Kapıcılar kethüdasını da ertesi sabah, o gecenin üzüntülü olayı hakkında hiçbir şey söylemeksizin, vezirleri olağan toplantıyı yapmak üzere, Divâna çağırmaya ikna etti. Bu önemli tedbirlerden sonra da padişahın na’şı yanında dua ile meşgul oldu.


Hazinedarbaşı da bu dini görevde ona yardımcı oldu.


İkisi birlikte “Ya Sîn” okudular. Güneşin doğuşu ile beraber, Vezir-i Âzam Pirî Paşa, Mustafa Paşa, eski İmrahor Ahmed Paşa geldiler.


Piri Paşa, efendisini ruhsuz görünce göz yaşlarını tutamadı.

Hasan Can’ı tedbirli hareketinden ve durumun duyulup da yeniçerilerin baş kaldırmaları ve asayişi bozmaları ihtimalini önlediğinden dolayı takdir etti. Kimsenin Padişah’ ın vefatını haber alamaması için de vezirler usulüne göre toplandılar;


sanki Sultan Selim’in sağlık durumu düzelmiş gibi davranarak hekimlere hil’ atler verdiler. Yavuz’un ölümünü bilen dört hekim, üç vezir, hazinebaşı, kapıcılar kethüdası ve Hasan Can, Şehzade Süleyman’ın gelişine kadar ölüm olayını dikkatle gizlediler. Vezir-i Âzam, Şehzadeye hemen posta tatarı çıkarmış ve derhal İstanbul’ a gelmesini yazmıştı.


Hekimler, Sultan Selim’in çadırına kimseyi bırakmayarak na’şı büyük bir özenle yatak içinde örtülü tuttular.


Yavuz Sultan Selim, elli dört yaşında ve padişahlığının dokuzuncu yılında vefat etti. Aydın fikirli, şair ve mutasavvıf, büyük bir padişahtı. Yavuz’un sert karakterli ve müsamaha tanımaz çelik iradeli bir insan olduğundan şüphe yoktur.


Onun parlak meziyetlerinin yeğenlerinin, kardeşlerinin ölümü ile gölgelendiğini söyleyenler vardır. Babasını zehirlettiğini ileri sürenler de olmuştur. Vezirleri ve sarayının diğer

görevlileri hakkında da yumuşak davranmamıştır.


Bazı tarihçilerin söylentilerine inanmak gerekirse, Selim’in doğuşunda bir derviş, bedeninde yedi küçük “ben” görerek, onun hayatında bunlar sayısınca hükümdara üstün geleceğini

söylemiştir. Bu keşif eğer gerçekleşmişse, kardeşleri Korkut, Ahmed ile yeğeni, Şah İsmail, Karahan, Dulkadir Bey’i ve Mısır sultanına üstün gelmesi suretiyle açıklanabilir. Bu “yedi

ben”, hanedanından ve vezirlerinden yedişer kişiyi idam ettirmesiyle de tefsir olunmuştur.

Hemdem Paşa İran seferinin açılışında, Hasan Paşa Mısır seferinde, Vezir-i Azam Dokakni Ahmet Paşa ile İskender Paşa yeniçerilerin ayaklanmaları yüzünden idam olundular.


Biri beylerbeyi ve padişah damadı öteki vezir-i âzam olan iki Mustafa Paşa sadakatsizlik şüphesi yüzünden aynı cezaya çarptırıldılar. Yunus Paşa da, Mısır dönüşünde bu seferin büyük bir şey kazandırmadığını söylemeye kalkışacak kadar haksız mütalalarla ordunun kayıplarına acıdığını söylemiş bulunduğu için, başının kesilmesine sebep oldu.


Yavuz Sultan Selim zamanında kendi emri ile, yahut görevlerinin başında ebediyete intikal eden insanlar arasında Vezir-i Âzam Sinan Paşa’ya bütün kalbi ile acımış ve Mısır ülkesinin fethinin bile onun Ridaniye meydan muharebesinde telef olmasının yerini tutamadığını söylemiştir. Vezir-i

azâmlık makamında bulunmalarına rağmen başlarını kurtarabilenler, sadece Hersek Ahmed ve Piri Paşalar olmuştur.


Yavuz Sultan Selim; devlet işlerinde sert ve tavizsiz davranışlarına rağmen, özel işlerinde ve ulemaya çok iltifat göstermiştir. Özellikle kendisinin sohbet çevresine kabul edilmiş olan bilginler, onun dostluk ve ihsanından çok yararlanmışlardır. Filolog ve padişah hocası Halîmî, Şâir Necati, Nişancı Mehmet Paşa Yavuz’un öldüğü yıl içinde vefat ettiler. Kemal Paşazâde ise Yavuz’dan sonra daha uzun bir süre hayatta kalmıştır.

Yorumlar

Depremde nerede durmalı?

Adım Doug Copp.

Dünyanın en tecrübeli kurtarma birimi Amerikan Uluslar arası Kurtarma Ekibi' nin kurtarma şefi ve afet olayları müdürüyüm. Bu makaledeki bilgiler bir deprem anında hayat kurtaracaktır. Devamı için

Fıkralar

Kediler İçin Kara Bir Gün

1300'lerde Avrupa 'Kara Ölüm' olarak bilinen veba salgını ilk olarak 1300'lerde Çin'de ortaya çıktı.

Kurbanların şikâyetleri ağrılar, ateş ve bulantıyla başlıyordu. İnsanların dirseklerinde ve kasıklarında mor kabarıklıklar oluşuyor ve kısa sürede yumurta büyüklüğüne ulaşıp sertleşiyordu. Bu yumurtalar patladığında içinden pis kokulu siyah bir madde fışkırıyordu ancak bu rahatlama kurban için çok geç

oluyordu. Çünkü hasta beş gün içinde ölüyordu.

Bunun bilinen bir tedavisi yoktu ve alınan hiçbir önlem işe yaramıyordu. Seksen yıl içinde hastalık Çin nüfusunu üçte bir oranında azaltmıştı. İyi işleyen ticaret yolları aracılığıyla da salgın batıya doğru, Hindistan ve Ortadoğu'ya ilerliyor, her gün binlerce insanın ölümüne neden oluyordu. Hastalığa neyin sebep olduğu bulunamıyordu. 1347'de bozkır savaşçıları bir Ceneviz şehrini kuşatıp mancınıkla hastalıktan ölmüş cesetleri şehre fırlattılar.

Böylece şehrin çoğunluğu hastalığa yakalandı. Bu cesetler toplanıp yakıldı ve ardından da gömüldü ancak hastalığın yayılması engellenemedi. Şehir mahvolduğu için Cenevizliler Sicilya'ya geri döndü ve hastalığı orada da yaydılar. Hastalık, yeni ve kendisiyle ilgili hiç bilgisi olmayan bir nüfusa yayılacaktı. Sicilya üzerinden Avrupa ve Kuzey Amerika da hastalıkla tanıştı ve milyonlarca insan öldü.

Bu salgına hastanın derisinin son aşamalarda koyu mor bir renge dönmesinden dolayı "Kara Ölüm" adı verildi. Derinin bu renge dönüşmesi, soluma sorunları yüzünden kanda oksijenin azalmasından kaynaklanıyordu. Hastalık bir kere bedene girdikten sonra o günün hiçbir tıp tekniği tedavi edemiyordu. Kara ölüm şehirlerin tümünü darmadağın ederken Avrupa uygarlığının da paniğe kapılmasına yol açtı Doktorlar salgını durdurmanın yollarını aradılar. Hastalar evlerinde karantina altına alındılar ancak hastalık yine de bir orman yangını hızıyla yayıldı. Birçok insan kara ölümün, Tanrının onlara günahkar yaşamları yüzünden gönderdiği bir ceza olduğuna inandı. Tanrının öfkesini yatıştırmak için insanlar günah keçileri aramaya koyuldu.

Bazı dindarlar Tanrının öfkesini kendi üzerlerine çekip insanları kurtarmak için kendilerini kırbaçladı. Özellikle Brüksel ve Strasburg'da bazıları olanları Musevilerin varlığına bağladı.

Bu panik döneminde binlerce insan öldü. Salgının cadılar yüzünden ortaya çıktığı da söylendi. Zararsız erkek ve kadınlar evlerinden alınıp hastalığın yayılmasını önleme amacıyla yakıldı. Kedilerin ise parlayan gözleri ve geceleri dışarıda çok dolaşmaları yüzünden bu "cadıların" büyülü hayvanları olduğu düşünülüyordu. Binlerce kedi katledildi.

Aslında Avrupalılar kedileri öldürerek salgına karşı en birinci savunma hatlarını kaybetmiş oluyorlardı. Çünkü veba salgını, öteki adıyla Yersinia Pesüs yaygın bir fare biti tarafından taşınıyordu. Ortaçağda her yer fare doluydu.

Kanalizasyon ilkeldi. Caddeler insan dışkısı, çöp ve ölü hayvan artıklarıyla doluydu. Kara veba, hastalığı taşıyan bitlerin fareler yoluyla yayılması sonucu artmıştı.

Cenevizlileri Avrupa'ya geri getiren gemide insanlarla birlikte karaya çıkan fareler hastalığı taşımışlardı. Limanda yaşayan bir sürü kedi öldürülmemiş olsaydı fareleri yiyeceklerdi ve hastalık yayılmayacaktı. Ancak bu kemirgenler kontrolsüz kaldı ve getirdikleri hastalığı korumasız binlerce eve yaydı.

14. yüzyılda salgın hastalık Avrupa'da beş kez daha baş gösterdi. Salgın sona erdiğinde nüfusun üçte birinden fazlası ölmüştü. Kediler öldürülmemiş olsaydı ölüm oranı çok daha az olurdu.


Bu blogdaki popüler yayınlar

Türkiye'ye adnan menderes zamanında "marshall yardımı" ile el attık

Rumeli hisarının yapılışı

"ERKEKLER GİBİ SAVAŞAMADIN, BARİ OTURUP KADINLAR GİBİ AĞLA"

İstiklal Savaşı'nın en küçük askeri ! Nezahet Onbaşı'nın kahramanlık öyküsü..

Kâbe’yi yıkmaya gelen Ebrehe ve askerlerinin başına gelenler