Kayıtlar

Mayıs, 2015 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Sen! birinci Osmanlı Mebusan Meclisi'ni bilir misin?

1955 te T.B.M.M.de Basın kanunu hakkında şiddetli tartışmalar yapılıyordu.Bir yaz günü Ankara'da Prof. Osman Turan ile Özen Kıraathanesi'nde oturuyorduk.Bir masa ötede Hamdullah Suphi Tanrıöver'in sesini duyan Osman Turan ona doğru bakınca  bizi masasına çağırdı.Gittik Şuradan buradan derken söz basın kanunu üzerindeki sert tartışmalara geldi.O sırada mahut gazetelerden birisi ,kendi düşüncesine ters düştüğü halde,Sultan Abdülhamit Han lehinde tefrika yayınlıyordu.Söz buraya gelince Hamdullah Suphi Tanrıöver'e : "-Beyefendi! Sultan birinci Abdülhamit l.Mebusan Meclisini kapatmamış olsaydı,şimdiye kadar demokraside bir hayli mesafe almış ve bugünkü sert tartışmalara da yer kalmamış olacaktı", dedim. Hamdullah Suphi Tanrıöver büyük bir kızgınlıkla sandalyesinden kalkıp oturduktan sonra : -Sen! birinci Osmanlı Mebusan Meclisi'ni bilir misin? dedi , Yaşımın bunu bilmeme imkan vermediğini söyleyince: -Tarih kitaplarında resmini görmed

İstiklal Savaşı'nın en küçük askeri ! Nezahet Onbaşı'nın kahramanlık öyküsü..

İstiklal Savaşı'nın en küçük askeri ! İşte İstiklal Savaşı'nın en küçük askeri Nezahet Onbaşı'nın kahramanlık öyküsü.. Cumhuriyet tarihinin ilk İstiklal Madalyası bir çocuğa verilmişti. Dokuz yaşında savaşan Nezahet Onbaşı, o madalyayı hiçbir zaman alamadı. İşte onun kahramanlık öyküsü... Nene Hatun, Halide Edip, Erzurumlu Kara Fatma, Adile Onbaşı, Kara Ayşe ve daha nicesi... Onlar İstiklal Harbi'nin sembol kadınlarıydı. O listede adı çok anılmayan; ama daha küçük bir kız çocuğu iken cephelerde at süren, çarpışan bir de Nezahet Onbaşı vardı. Babasıyla Geyve Savaşı, Konya İsyanı, I. ve II. İnönü Savaşları ile Sakarya ve Gediz muharebelerinde gösterdiği kahramanlıklarla anılacaktı. Yaşı küçük olduğu için Cumhuriyetin kadın kahramanlarının listesine bile çok sonraları girecekti. Çünkü o, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin İstiklal Madalyası ile ödüllendirmeye karar verdiği ilk çocuktu. Nezahet Onbaşı'nın hikâyesi aslında Çanakkale Savaşı günl

Tümen komutanı Mustafa Kemal

Durum çok kritiktir. Mustafa Kemal, kıyıda çok zayıf gözetleme ve koruma birlikleri olduğunu düşünerek ve geniş bir sahile yayılmış olan 27. Alayın da, ağır kayıplar verdiği haberini alınca, düşmanın Conkbayırı-Kocaçimentepe çizgisi ve uzantısını ele geçirmesi durumunda, onarılamayacak durumlarla karşılaşacağını kavrar. Ordudan emir gelmemiş olmasına karşın girişimi ele alıp tüm sorumluluğu yüklenerek, 57.Alayı bir batarya ile Kocaçimentepe yönünde harekete geçirir. Kendisi de durumu izlemek üzere Conkbayırı’na  çıktığında, Arıburnu kesiminden bazı askerlerin çekilmekte olduklarını ve düşman birliklerinin de bunları izlediklerini görür. O anı Mustafa Kemal, Ruşen Eşref Ünaydın ile yaptığı görüşme sırasında şöyle anlatmaktadır. “...Bu esnada Conkbayırının güneyindeki 261 rakımlı tepeden sahilin gözetleme ve korunmasıyla görevli olarak orada bulunan bir müfreze askerin Conkbayırına doğru koşmakta, kaçmakta olduğunu gördüm... Bu askerlerin önüne kendim çıkarak: —Niçin kaçıy

Depremde nerede durmalı?

Adım Doug Copp.

Dünyanın en tecrübeli kurtarma birimi Amerikan Uluslar arası Kurtarma Ekibi' nin kurtarma şefi ve afet olayları müdürüyüm. Bu makaledeki bilgiler bir deprem anında hayat kurtaracaktır. Devamı için

Fıkralar

Kediler İçin Kara Bir Gün

1300'lerde Avrupa 'Kara Ölüm' olarak bilinen veba salgını ilk olarak 1300'lerde Çin'de ortaya çıktı.

Kurbanların şikâyetleri ağrılar, ateş ve bulantıyla başlıyordu. İnsanların dirseklerinde ve kasıklarında mor kabarıklıklar oluşuyor ve kısa sürede yumurta büyüklüğüne ulaşıp sertleşiyordu. Bu yumurtalar patladığında içinden pis kokulu siyah bir madde fışkırıyordu ancak bu rahatlama kurban için çok geç

oluyordu. Çünkü hasta beş gün içinde ölüyordu.

Bunun bilinen bir tedavisi yoktu ve alınan hiçbir önlem işe yaramıyordu. Seksen yıl içinde hastalık Çin nüfusunu üçte bir oranında azaltmıştı. İyi işleyen ticaret yolları aracılığıyla da salgın batıya doğru, Hindistan ve Ortadoğu'ya ilerliyor, her gün binlerce insanın ölümüne neden oluyordu. Hastalığa neyin sebep olduğu bulunamıyordu. 1347'de bozkır savaşçıları bir Ceneviz şehrini kuşatıp mancınıkla hastalıktan ölmüş cesetleri şehre fırlattılar.

Böylece şehrin çoğunluğu hastalığa yakalandı. Bu cesetler toplanıp yakıldı ve ardından da gömüldü ancak hastalığın yayılması engellenemedi. Şehir mahvolduğu için Cenevizliler Sicilya'ya geri döndü ve hastalığı orada da yaydılar. Hastalık, yeni ve kendisiyle ilgili hiç bilgisi olmayan bir nüfusa yayılacaktı. Sicilya üzerinden Avrupa ve Kuzey Amerika da hastalıkla tanıştı ve milyonlarca insan öldü.

Bu salgına hastanın derisinin son aşamalarda koyu mor bir renge dönmesinden dolayı "Kara Ölüm" adı verildi. Derinin bu renge dönüşmesi, soluma sorunları yüzünden kanda oksijenin azalmasından kaynaklanıyordu. Hastalık bir kere bedene girdikten sonra o günün hiçbir tıp tekniği tedavi edemiyordu. Kara ölüm şehirlerin tümünü darmadağın ederken Avrupa uygarlığının da paniğe kapılmasına yol açtı Doktorlar salgını durdurmanın yollarını aradılar. Hastalar evlerinde karantina altına alındılar ancak hastalık yine de bir orman yangını hızıyla yayıldı. Birçok insan kara ölümün, Tanrının onlara günahkar yaşamları yüzünden gönderdiği bir ceza olduğuna inandı. Tanrının öfkesini yatıştırmak için insanlar günah keçileri aramaya koyuldu.

Bazı dindarlar Tanrının öfkesini kendi üzerlerine çekip insanları kurtarmak için kendilerini kırbaçladı. Özellikle Brüksel ve Strasburg'da bazıları olanları Musevilerin varlığına bağladı.

Bu panik döneminde binlerce insan öldü. Salgının cadılar yüzünden ortaya çıktığı da söylendi. Zararsız erkek ve kadınlar evlerinden alınıp hastalığın yayılmasını önleme amacıyla yakıldı. Kedilerin ise parlayan gözleri ve geceleri dışarıda çok dolaşmaları yüzünden bu "cadıların" büyülü hayvanları olduğu düşünülüyordu. Binlerce kedi katledildi.

Aslında Avrupalılar kedileri öldürerek salgına karşı en birinci savunma hatlarını kaybetmiş oluyorlardı. Çünkü veba salgını, öteki adıyla Yersinia Pesüs yaygın bir fare biti tarafından taşınıyordu. Ortaçağda her yer fare doluydu.

Kanalizasyon ilkeldi. Caddeler insan dışkısı, çöp ve ölü hayvan artıklarıyla doluydu. Kara veba, hastalığı taşıyan bitlerin fareler yoluyla yayılması sonucu artmıştı.

Cenevizlileri Avrupa'ya geri getiren gemide insanlarla birlikte karaya çıkan fareler hastalığı taşımışlardı. Limanda yaşayan bir sürü kedi öldürülmemiş olsaydı fareleri yiyeceklerdi ve hastalık yayılmayacaktı. Ancak bu kemirgenler kontrolsüz kaldı ve getirdikleri hastalığı korumasız binlerce eve yaydı.

14. yüzyılda salgın hastalık Avrupa'da beş kez daha baş gösterdi. Salgın sona erdiğinde nüfusun üçte birinden fazlası ölmüştü. Kediler öldürülmemiş olsaydı ölüm oranı çok daha az olurdu.