Kayıtlar

Nisan, 2019 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Behlül'ün padişahlığı

Behlül'ün padişahlığı Halife Harun Reşid' in kardeşi Behlül Dane Hazretleri bir gün kardeşinin sarayına gider taht odasının boş olduğunu etrafta kimsenin bulunmadığını düşünerek Harun Reşit’in tahtına geçip oturur uyku basar ve taht üzerinde uyuya kalır. Aradan fazla bir zaman geçmez, hemen sarayın hizmetçileri durumu görürler Behlül Dane Hazretlerini tahttan indirdikleri gibi bir de temiz dayak atarlar... Behlül ağlamaya da başlar. O anda saraya Harun Reşit gelerek Behlül' ün neden ağladığını sorar. Görevliler Behlül'ün büyük ve affedilmez bir hata ettiğini, tahta çıkıp oturduğunu, kendilerinin de tahttan indirip dövdüklerini söylerler. Ağabeyinin ağlamasına üzülen Harun Reşit: — «Behlül böyle hatalardan dolayı dövülür mü?» deyip, üzülür. Behlül Dane Hazretleri kardeşine: — «Kardeşim ben, beni dövdüler diye ağlamıyorum. Ben birkaç dakika tahta çıkmakla bu kadar dayak yedim, yarın senin durumun ne olur, ne kadar dayak yiyeceksin diye düşünüyor ve onun için ağl

Hayber kalesinin fethinde Hz. Ali'nin kapıyı kalkan yerine kullanması

Hayber kalesinin fethinde Hz. Ali'nin kapıyı kalkan yerine kullanması Hayber kalesinin fethi esnasında İslam ordularının sancağı Hz. Ali ye peygamberimiz tarafından verilip geri bakmadan düşmana saldırması emri alındıktan sonra Hz. Ali Büyük bir cesaret ve kararlılıkla Hayber kalesine doğru yürür. Peygamberimizin azatlı kölesi Ebu Rafi derki  “ Resulullah as. Ali Bin Ebi Talib'i gönderdiği zaman, bende onunla birlikte gitmiştim. Ali Bin Ebu Talip Kaleden çıkan Yahudilerle çarpıştı. Yahudilerden birisi vurunca, Ali'nin kalkanı yere düştü. O da kaleni yanında bulunan bir kapıyı kendisine kalkan ve siper dindi.   Kalenin fethini Allah ona nasip edinceye kadar kapı, onun elinde düşmedi.. Ancak, çarpışmadan boşalınca, onu elinden yere bıraktı. Yanımda yedi kişi bulunuyordu. Sekizincileri ben idim. O kapıyı çevirmeğe çalıştık. Çeviremedik!” Hz. Alin'in, bunu kendi gücüyle değil Allah'ın kendisine bahşettiği güçle yaptığına şüphe yoktur. Hz. Ali’nin,

Hırsızlıktan dolayı eli kesilen soylu kadın

Hırsızlıktan dolayı eli kesilen soylu kadın Kureyşlilerin ehemmiyet verdiği Beni Mahzumlardan bir kadın, nasılsa hırsızlık yapmıştı. Kadının aile halkı, elinin kesileceğinden korkarak Üsame bin Zeyde başvurmuşlar ve peygamberimiz katında kendisinin şefaatçi olmasını dilemişlerdi. Üsame bin Zeyd, durumu peygamberimize Arz edip kadının bağışlanmasını dileyince, peygamberimizin rengi değişti. “ Sen kötülükleri önlemek üzere Allah'ın koymuş olduğu cezalardan bir cezanın afvı k-hakkında mı benimle konuşuyorsun?!” buyurdu. Üsame bin Zeyd “Ya Resulallah! Bu uygunsuz davranışımdan dolayı Allah’tan yarlıganmamı dile !” dedi. Akşam olunca, peygamberimiz ayağa kalkıp Allah' a layık olduğu üzre hamd-ü senada bulundu ve : “ Bundan sonra, derim ki: sizden önceki insanları helak eden ancak, onların içlerinden şerefli ve soylu birisi hırsızlık ettiği zaman, onu cezasız bırakmaları, içlerinden fakir ve zaif biri hırsızlık edince de onun hakkında ceza uygulamaları idi. “

Gidin, tekrar gelin

Gidin, tekrar gelin Yıldırım Beyazıt Han, Niğbolu muharebesini kazandığında, Avrupa'nın Haçlı ordularından birçok asilzade ve şövalyelerle birlikte Haçlıların kendisine «Yiğit Jan» adını verdikleri bir Fransız şövalyeyi de esir almıştı. Esirler Yıldırım'ın kendilerini öldürteceğini beklerken, Yıldırım Beyazıt, onların tamamını fidye ile serbest bıraktı. Osmanlının bu alicenaplığı karşısında, meşhur şövalye yiğit Jan ve arkadaşları: — Sizin yaptığınız bu iyiliğe karşı biz de, bundan sonra Avrupa'da Haçlı orduları toplayıp size karşı harp ilan etmeyeceğimize yemin ederiz, dediler. Yıldırım Han esirlerin bu hallerini ve ettikleri yeminleri dinledikten sonra, ayağa kalkıp şöyle söyledi: — Ey Avrupa'nın korkusuz şövalyeleri ve Haçlı askerleri! Bizim yaptıklarımıza karşı, bundan sonra bizimle harp etmeyeceğinize dair yemin ediyorsunuz. Ben şu anda yeminlerinizi iade ediyorum. Varın memleketinize gidin ve tekrar daha büyük Haçlı kuvveti toplayıp benimle harbe gel

İngilizlerin İslâm Düşmanlığı

İngilizlerin İslâm Düşmanlığı  Hindistan'ın Amritsar şehrinde [m. 1919] bir gün ayin sebebi ile toplanan Hindular, bisikleti ile gezen bir İngiliz kadın misyonerine hürmet etmezler. Misyoner, İngiliz General Dyere şikayette bulunur. General derhâl askerlerine emir vererek, mabette ayinle meşgul halkın üzerine ateş açtırır ve on dakikada yedi yüz kişi ölür. Binden ziyade kişi de yaralanarak yerlere serilir. General bununla da iktifa etmeyerek, ahaliyi üç gün elleri ve ayakları üzerinde hayvan gibi yürütür. Mesele Londra’ya şikâyet edilir. Hükümet tahkikat yapılmasını emreder. Tahkikat için Hindistan’a gelen müfettiş, generale müdafaa ’sız halka ateş açtırmasının sebebini sorunca, General, (Buranın kumandanı benim. Buradaki askerî bir icraatı ben takdir ederim. Öyle lüzum gördüm ve emrettim.) cevabını verince, müfettiş, (Pekâlâ, ahalinin yüz üstü sürünmesini emretmenizin sebebi nedir?) diye sorar. General, (Hintlilerden bir kısmı tanrıları karşısında yüz üstü sürünüyo

Osmanlı Devlet Nişanı' nın sembolleri

Resim
Osmanlı Devlet Nişanı' nın sembolleri   Tasarım harikası Osmanlı Devlet Nisanı’ndaki 30 ayrı sembolün anlamlarını biliyor musunuz? Atatürk Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Öğretim Görevlisi Yard. Doç. Dr. Selman Can, Osmanlı Devleti'nin sembolü haline gelen 'Osmanlı arması' fikrinin İngiltere Kraliçesi Victoria'dan çıktığını söyledi.  Osmanlı'da arma geleneğinin bulunmadığını belirten Can, Kraliçe Victoria'nın 19. yüzyılda arma tasarımı yaptırarak, Sultan Abdülmecid'e hediye ettiğini söylüyor. Osmanlı arşivlerinde araştırmalar yapan Dr. Can; tepesinde güneş, hükümdarın tuğrası, Osmanlı sancağı, adaleti temsil eden terazi, Kur'an-ı Kerim gibi birçok sembollerle Osmanlı'yı anlatan armanın İngilizler tarafından yapıldığını savunuyor. Dr. Selman Can, arma fikrinin Osmanlı ile Rusya arasındaki Kırım Savaşı sırasında ortaya çıktığını anlatıyor. Dr. Can'ın verdiği bilgilere göre, bu dönemde İngiltere, Osmanlı ile yakın

Kars madalyası Duacı Taifesi iki öküze saman vermekten acizdir

Kars madalyası Abdülhamit, Kars muharebelerinde bulunup üstün başarı ve yararlılık gösterenlere verilmek üzere bir Kars madalyası ihdas etmişti. Fakat sonra bu madalyayı, Kars muharebesine iştirak etmeyenler de takmaya başladılar. Bu arada bir tanede Şeyhülislama verilmiş.Şeyhülislam da takınmaya başlamıştı. Bunu gören Fuat Paşa ki " medeni cesaretiyle sözünü sakınmadığı için kendisi Deli Fuat Paşa" adıyla maruftur. Göğsündeki Kars madalyasını çıkarıp takmamaya başlamıştır. Bir gün Abdülhamit Han, Paşanın göğsünde madalyayı göremeyince: -Fuat Paşa,siz Kars madalyasını niye takmıyorsunuz.?..diye sordu Paşa: -Efendim ben Kars Muharebesine iştirak etmedim ki madalyasını takayım. -Nasıl olur?.. Bana inanmazsanız,Şeyhülislam'a sorunuz.Bakalım beni muharebe sahasında görmüş mü?.. Duacı Taifesi Osmanlı Ordusu içinde birde duacı taifesi vardı. Bunlar ordunun düşmana karşı zafer kazanması için dua ederler dolayısıyla da maaş

Atatürk’ün Balıkesir Ulucami de okuduğu hutbe!..

Atatürk’ün Balıkesir Ulucami de okuduğu hutbe!.. 7 Şubat’ta Ulucami'de öğle namazını kalabalık bir cemaatle kıldık. Sonra mevlit okundu. Bundan sonra da M. Kemal Paşa minbere çıkarak mükemmel bir hutbe okudu. Tarihî hutbeyi aynen veriyorum: (..Millet. Allah birdir, şanı büyüktür, Allah'ın selâmeti, atıfeti ve hayri üzerinize olsun. Peygamberimiz Efendimiz Hazretleri, Cenâb-ı Hak tarafından insanlara hakayık-ı di-niyeyi tebliğe memur resul olmuştur. Kanun-u Esasî cümlenizce malûmdur ki Kur'an-ı Azimüşşân'daki nusus (açık-lık)'tur. insanlara feyz vermiş olan dinimiz son dindir, ek-mel (eksiksiz) dindir. Çünkü dinimiz akla, mantığa ve hakikate tamamen tevafuk ve tetabuk ediyor, eğer akla, mantığa ve hakikate tevafuk etmemiş olsaydı, bununla diğer kavain tabbiyeyi ilâhiye beyninde tezat olması icap ederdi. Çünkü bilcümle kavanin kevniyeyi (dünya ve ahiret yasaları) yapan Cenâb-ı Hak'tır. Arkadaşlar; Cenâb-ı Peygamber, mesaisinde iki dareye (dai

Mehmetçik'le omuz omuza

Mehmetçik'le omuz omuza Türkiye’de tartışmalar yeniden alevlenirken, bir zamanlar bu toprak, bu vatan için canını feda etmiş, gayrimüslim Türk askerleri barışı bugün ve yarın da yaşatmayı vurguluyor... İmparatorluğun öteki çocukları, Osmanlı'yla aynı kaderi paylaştı. Balkan, Birinci Dünya ve Kurtuluş Savaşı'nda şehit düşen 315 sağlıkçı subayın 100'ü gayrimüslim Türk askeri İmparatorluğun öteki çocukları Gayrimüslim vatan şehitleri – 1 Mehmet Gündem Türkiye'de bugün 2500 Rum, 25 bin Musevi, 65 bin Ermeni ve 15 bin kadar Süryani vatandaşımız var. "İmparatorluğun öteki çocukları, Gayrimüslim Vatan Şehitleri" yazı dizisi, yüzyıllar önce bu topraklarda büyük bir başarıyla gerçekleştirilen barışı bugün ve yarın da yaşatmaya dair fotoğraflara vurgu yapıyor. Tarihin farklı sayfalarında, bu topraklar için 'şehit' düşen, gazi olan gayrimüslimler de var.. İmparatorluğun çocukları Çanakkale'de, Filistin'de, Şark Ka

Papa’dan 900 yıl sonra özür!

Aradan 3000 yılda geçse zihniyet aynı işte din sömürüsü işte irtica demek için daha ne gerekli    YORUMSUZ Papa’dan 900 yıl sonra özür! Almanya’da ayine katılan Papa 16’ncı Benedict, “Haçlı seferleri utancımızdır” dedi. Papalık görevini devraldıktan sonra ilk yurtdışı gezisine çıkan Papa 16'ncı Benedict, Almanya'da Müslüman temsilcilerle bir araya geldiği toplantıda çarpıcı açıklamalara imza attı. Benedict, ilk kez 1096 yılında yapılan Haçlı Seferleri için İslam dünyasından özür dileyerek, "Bu seferlerde binlerce cinayet işlendi. Tanrı adına bu cinayetlerin işlendiğini söylemek kabul edilemez. Haçlı seferleri bizim utancımızdır" açıklamasını yaptı. Papa, Müslüman dünyasına da çağrıda bulunarak, "Müslümanlar Tanrı adına öldürmekten vazgeçsin. Bir insanın ölümünün Tanrı'yı memnun ettiğini düşünmek imkansızdır. Gelin iki büyük din birleşelim ve teröre karşı ortak mücadele edelim" ifadesinin kullandı. Papa dün de 20'nci Katolik Dünya Gen

ABD Sultanahmet'i bombalayacaktı

Resim
ABD Sultanahmet'i bombalayacaktı Türk-Amerikan ilişkilerinin hasar gördüğü ilk olayın Irak'taki Çuval skandalı olduğunu sananlar yanılıyor. Meğer ABD, Sultanahmet'i bombalamaktan son anda vazgeçmiş. Yakın tarih konusunda fazlasıyla meraksız gençlerimize ve balık hafızasına sahip kimi yaşlılarımıza soracak olursanız, sizlere, 150 yıllık geçmişe sahip Türk-Amerikan ilişkilerinin ciddi biçimde hasar gördüğü ilk olayın 4 Temmuz 2003'de Kuzey Irak'ta yaşanan "çuval skandalı" olduğunu söyleyeceklerdir.   Oysa gerçekler bambaşka; son 40 yıl içinde Amerikalı "kadim dostlarımız"la en az üç kez çatışmanın eşiğine geldik ve bunlardan en trajik olanı ise Başkan Nixon'un, Beyaz Saray'daki danışmanlarının kışkırtmalarına uyarak Sultanahmet Camii'ni bombalatma kararından son anda dönüşüydü.   Türk-Amerikan ilişkilerinin bilinen ilk başlangıç noktası, Beyaz Saray'ın Kuzey-Güney iç savaşında güneyli ayrılıkçılara

Satuk buğra han efsanesi Valide yağmurun altında niye bekliyorsun?

Satuk buğra han efsanesi Abdülkerim Satuk Buğra Han  ile ilgili tarihe mâal olmuş olan şu fıkra oldukça önemlidir: Peygamberimiz Hz. Muhammed (A.S.) Miraca çıktığında Cebrail (A.S.) ile ruhların bulunduğu mahalli gezerler. O sırada Peygamberimiz, diğerlerinden çok parlak iri bir ruhu göstererek, bu kimin ruhudur diye sorar. Cebrail (A.S.): -Kardeşim Muhammed (S.A.V.) o ruh Türklerin atası ve 333 yıl sonra Türkistan'ı hak dinine sokacak olan Saltuk Buğra Han 'ın ruhudur, diye cevap verir. Bunun üzerine Peygamberimiz el açıp: -Ya Rabbi Türkleri benim ümmetimden kıl, diye dua eder. Bazıları bu ruhun Oğuz Han olduğunu söylerler. Doğum tarihi kesin olarak belli olmayan Satuk Buğra Han, Karahanlılar’ın üçüncü hükümdarı olup,955 te ölmüştür.96 yaşında öldüğüne dair rivayet vardır. Kabri, Kaşgar'ın kuzeyinde Artuç mevkiinde olan Satuk Buğra Han, Karahanlılar’ın ilk hükümdarı Kül Bilge Han'ın oğludur. İbn'ül Esir'e göre ;Satuk Buğra Han 'a rü

Ergenekon destanı

Resim
Ergenekon destanı Ergenekon Destanı, "Büyük Türk Destanından bir parçadır. Türk kavimlerinden Göktürkleri mevzu alır. Göktürklerin menşeini açıklamak ister. Ergenekon Destanı'nın özeti şöyledir: Türk illerinde Göktürklere itaat etmeyen bir yer yoktu. Bunu kıskanan yabancı kavimler birleşerek Göktürklerin üzerine yürüdüler. Maksatları öç almaktı. Göktürkler, çadırlarını, sürülerini bir yere topladılar. Çevresine hendek kazıp beklediler. Düşman gelince, vuruşma da başladı. On gün vuruştular. Göktürkler üstün geldi. Bu yenilgiden sonra yabancı kavimlerin hanları ve beyleri av yerinde toplanıp konuştular. "Göktürklere hile yapmazsak akıbet işimiz yaman olur," dediler. Tan ağarınca, baskına uğramış gibi, ağırlıklarını bırakıp kaçtılar. Göktürkler, "Bunların vuruşma güçleri bitti, kaçıyorlar," deyip arkalarından yetiştiler. Düşman, Göktürkleri görünce, birden döndü. Vuruşma sonunda düşman, Göktürkleri gafil avlayıp yendi.

Türklerin yaratılış destanı

Türklerin yaratılış destanı Daha hiç bir şey yokken Tanrı Kayra Han'la uçsuz bucaksız su vardı. Kayra Han'dan başka gören sudan başka görünen yoktu. Ay, Yıldızlar, Gök ve Toprak yaratılmamıştı. Bütün Tanrıların en büyüğü, varlıkların başlangıcı insanoğullarının da ilk atası, Tanrı Kayra Han'ın bu sade sudan âlemde canı sıkılıyordu. O yalnızlık içinde düşünürken suda bir dalga belirdi.(Akine) Ak ana (denilen bir kadın bir hayali görünerek)Tanrı'ya "yarat! " dedi, yine suya gömüldü. Bunun üzerine Kayra Han, kendine benzer bir varlık yaratarak Kişi adını koydu. Kayra Han’la  kişi sonsuz suyun semasında iki siyah kaz gibi, rahatça uçmaya koyuldular. Fakat kişi bundan memnun olmadı. Hayatından değişiklik aradı. İlk olarak kendisini yaratandan daha yüksekte uçmaya kalktı. Onun bu duygusunu sezen Tanrı, Kişi ‘den uçma gücünü aldı. Kişi suya yuvarlandı. Boğulmak üzereyken yaptığına pişman  olarak Tanrıdan imdat diledi. Tanrı "Yüksel!" emrini ve

Oğuz Kağan Destanı

Oğuz Kağan Destanı Oğuz Kağan Destanının beş ayrı yazması vardır. Çağatayca, Farsça ve Uygurca yazmalardaki Oğuz Kağan Destanı Oğuz boyları, Türk dili, edebiyatı, folkloru, tarihi ve kültürü hakkında bilgi verir. Bu yazmaların özeti şöyledir:  Nuh aleyhi selamın oğlu Yâfes'in büyük oğlu Türk, doğuda yerleşmişti. Bunun ülkesine Türkistan denildi. Türklerin ilk atası olan Türk'ün oğullarından büyüğü Kara-Han, Karı-Sayram şehrini başşehir edinmişti. Yaylakları, İpanç şehri yakınlarındaki Or-Tag ile Kür-Tag, kışlakları da Porsuk şehri yanındaki Kara-Kum idi. Kara-Hanın kardeşleri Or-Han, Kür-Han ve Küz-Han adlarını taşıyorlardı. Kara-Han, harika olarak doğan oğluna bir yaşında iken ad koyacağı sırada, bu çocuk “Ben sarayda doğduğumdan, adım Oğuz olsun.” deyince, herkes şaşırmıştı. Allah’ın varlığına ve birliğine inanan Oğuz, putperest annesinin sütünü sâdece bir defa emdi. Babası, Oğuz'u, kardeşinin kızı ile evlendirmek isteyince o, Hak dine girmeyi reddeden amcasın

Depremde nerede durmalı?

Adım Doug Copp.

Dünyanın en tecrübeli kurtarma birimi Amerikan Uluslar arası Kurtarma Ekibi' nin kurtarma şefi ve afet olayları müdürüyüm. Bu makaledeki bilgiler bir deprem anında hayat kurtaracaktır. Devamı için

Fıkralar

Kediler İçin Kara Bir Gün

1300'lerde Avrupa 'Kara Ölüm' olarak bilinen veba salgını ilk olarak 1300'lerde Çin'de ortaya çıktı.

Kurbanların şikâyetleri ağrılar, ateş ve bulantıyla başlıyordu. İnsanların dirseklerinde ve kasıklarında mor kabarıklıklar oluşuyor ve kısa sürede yumurta büyüklüğüne ulaşıp sertleşiyordu. Bu yumurtalar patladığında içinden pis kokulu siyah bir madde fışkırıyordu ancak bu rahatlama kurban için çok geç

oluyordu. Çünkü hasta beş gün içinde ölüyordu.

Bunun bilinen bir tedavisi yoktu ve alınan hiçbir önlem işe yaramıyordu. Seksen yıl içinde hastalık Çin nüfusunu üçte bir oranında azaltmıştı. İyi işleyen ticaret yolları aracılığıyla da salgın batıya doğru, Hindistan ve Ortadoğu'ya ilerliyor, her gün binlerce insanın ölümüne neden oluyordu. Hastalığa neyin sebep olduğu bulunamıyordu. 1347'de bozkır savaşçıları bir Ceneviz şehrini kuşatıp mancınıkla hastalıktan ölmüş cesetleri şehre fırlattılar.

Böylece şehrin çoğunluğu hastalığa yakalandı. Bu cesetler toplanıp yakıldı ve ardından da gömüldü ancak hastalığın yayılması engellenemedi. Şehir mahvolduğu için Cenevizliler Sicilya'ya geri döndü ve hastalığı orada da yaydılar. Hastalık, yeni ve kendisiyle ilgili hiç bilgisi olmayan bir nüfusa yayılacaktı. Sicilya üzerinden Avrupa ve Kuzey Amerika da hastalıkla tanıştı ve milyonlarca insan öldü.

Bu salgına hastanın derisinin son aşamalarda koyu mor bir renge dönmesinden dolayı "Kara Ölüm" adı verildi. Derinin bu renge dönüşmesi, soluma sorunları yüzünden kanda oksijenin azalmasından kaynaklanıyordu. Hastalık bir kere bedene girdikten sonra o günün hiçbir tıp tekniği tedavi edemiyordu. Kara ölüm şehirlerin tümünü darmadağın ederken Avrupa uygarlığının da paniğe kapılmasına yol açtı Doktorlar salgını durdurmanın yollarını aradılar. Hastalar evlerinde karantina altına alındılar ancak hastalık yine de bir orman yangını hızıyla yayıldı. Birçok insan kara ölümün, Tanrının onlara günahkar yaşamları yüzünden gönderdiği bir ceza olduğuna inandı. Tanrının öfkesini yatıştırmak için insanlar günah keçileri aramaya koyuldu.

Bazı dindarlar Tanrının öfkesini kendi üzerlerine çekip insanları kurtarmak için kendilerini kırbaçladı. Özellikle Brüksel ve Strasburg'da bazıları olanları Musevilerin varlığına bağladı.

Bu panik döneminde binlerce insan öldü. Salgının cadılar yüzünden ortaya çıktığı da söylendi. Zararsız erkek ve kadınlar evlerinden alınıp hastalığın yayılmasını önleme amacıyla yakıldı. Kedilerin ise parlayan gözleri ve geceleri dışarıda çok dolaşmaları yüzünden bu "cadıların" büyülü hayvanları olduğu düşünülüyordu. Binlerce kedi katledildi.

Aslında Avrupalılar kedileri öldürerek salgına karşı en birinci savunma hatlarını kaybetmiş oluyorlardı. Çünkü veba salgını, öteki adıyla Yersinia Pesüs yaygın bir fare biti tarafından taşınıyordu. Ortaçağda her yer fare doluydu.

Kanalizasyon ilkeldi. Caddeler insan dışkısı, çöp ve ölü hayvan artıklarıyla doluydu. Kara veba, hastalığı taşıyan bitlerin fareler yoluyla yayılması sonucu artmıştı.

Cenevizlileri Avrupa'ya geri getiren gemide insanlarla birlikte karaya çıkan fareler hastalığı taşımışlardı. Limanda yaşayan bir sürü kedi öldürülmemiş olsaydı fareleri yiyeceklerdi ve hastalık yayılmayacaktı. Ancak bu kemirgenler kontrolsüz kaldı ve getirdikleri hastalığı korumasız binlerce eve yaydı.

14. yüzyılda salgın hastalık Avrupa'da beş kez daha baş gösterdi. Salgın sona erdiğinde nüfusun üçte birinden fazlası ölmüştü. Kediler öldürülmemiş olsaydı ölüm oranı çok daha az olurdu.