Osmanlı Devlet Nişanı' nın sembolleri


Osmanlı Devlet Nişanı' nın sembolleri
 

Tasarım harikası Osmanlı Devlet Nisanı’ndaki 30 ayrı sembolün anlamlarını biliyor musunuz?


Atatürk Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Öğretim Görevlisi Yard. Doç. Dr. Selman Can, Osmanlı Devleti'nin sembolü haline gelen 'Osmanlı arması' fikrinin İngiltere Kraliçesi Victoria'dan çıktığını söyledi. 

Osmanlı'da arma geleneğinin bulunmadığını belirten Can, Kraliçe Victoria'nın 19. yüzyılda arma tasarımı yaptırarak, Sultan Abdülmecid'e hediye ettiğini söylüyor. Osmanlı arşivlerinde araştırmalar yapan Dr. Can; tepesinde güneş, hükümdarın tuğrası, Osmanlı sancağı, adaleti temsil eden terazi, Kur'an-ı Kerim gibi birçok sembollerle Osmanlı'yı anlatan armanın İngilizler tarafından yapıldığını savunuyor.

Dr. Selman Can, arma fikrinin Osmanlı ile Rusya arasındaki Kırım Savaşı sırasında ortaya çıktığını anlatıyor. Dr. Can'ın verdiği bilgilere göre, bu dönemde İngiltere, Osmanlı ile yakın ilişkiler kurmaya çalışıyordu. Fransa'nın Sultan Abdülmecid'e verdiği 'Legion' nişanı İngiltere'yi harekete geçirdi.

İngiltere Kraliçesi Victoria, Fransa'nın verdiği nişana karşılık Kasım 1856'da Dizbağı Nisanı’nı Osmanlı Sultan’ına sundu. Dr. Can, nişanla birlikte gelen Osmanlı armasıyla ilgili şu bilgileri veriyor: "Böylece Sultan Abdülmecid, Dizbağı Nişanı' nın sahibi oldu.

Ancak 1346'da Kral III. Edward tarafından ortaya çıkarılan Dizbağı Nişanı'nın geleneğinde şöyle bir uygulama vardır: Nişanı alan kişi ya da hükümdarların armaları Londra'da Windsor Sarayı'nda bulunan Saint George Kilisesi'nin duvarında asılmaktadır. Ancak Osmanlı Padişahı'nın arması bulunmamaktadır. Bunun üzerine Kraliçe Victoria, Prens Charles Young ismindeki arma uzmanını Osmanlı için arma tasarlamak üzere görevlendirir. İstanbul'a gelerek araştırmalarda bulunan Young' a, Etyen Pizani isminde bir tercüman yardımcı olur."

İngiliz tasarımcı, padişahlık alameti olan saltanat kavuğunu, sorgucu, ay-yıldızlı sancağı ve tuğrayı ön plana çıkararak bir arma hazırlar. Bir yılda hazırlanan arma, Osmanlı Devleti'nin Londra Sefiri Kostaki'ye teslim edilir. Kostaki tarafından İstanbul'a gönderilen arma çizimlerini Sultan Abdülmecid de beğenir. Bu şekilde oluşan Osmanlı Devleti arması İngiltere'nin Saint George Kilisesi'ndeki yerini alır. Kraliçe Victoria'nın Charles Young'a tasarlattığı arma, Sultan 2. Abdülhamit döneminde terazi ve silahlar eklenerek son şekline kavuşur.

Tarih bilgisinin söylentilerle oluşturulamayacağını kaydeden Dr. Selman Can, şu uyarıda bulunuyor: "Tarihle iç içe yaşayan bir toplumuz. Ancak tarihî konular üzerinde bilgi birikimimiz son derece zayıf. Sorgulamayı ve araştırmayı öğrenen nesiller ancak tarihi doğru okuyabilir."


Otuz ayrı sembol bulunuyor

Prens Charles Young ismindeki bir İngiliz tarafından tasarlanan Osmanlı armasında; güneş, 2. Abdülhamit'in tuğrası, sorguçlu serpuş, kalkan, sancak, mızrak, top, kılıç, borazan, yay, çapa, hilafet sancağı, Kur'an-ı Kerim, terazi, kılıç, süngülü tüfek, şefkat nişanı, Mecidi nişanı, nişan-ı iftihar, nişan-i Osmani gibi 30 ayrı sembol bulunuyor.



İşte sembollerin anlamları:


1- Tuğranın etrafındaki güneş motifi, padişahın güneşe benzetilmesinden ileri gelir

2- II. Abdülhamit'in tuğrası

3- Sorguçlu serpuş: Osman gaziyi ve tahtı temsil eder

4- Yeşil Hilafet sancağı 

5- Süngülü tüfek: Nizam-ı Ceditle birlikte Osmanlı ordusunun asıl silahı olmuştur

6- Çift taraflı teber

7- Toplu tabanca 

8- Terazi: şeşper ve asaya asılıdır, adaleti temsil eder.

9- (Üstte) Kuran-ı Kerim. (Altta) Kanunnameler.

10- Nışan-ı al-i imtiyaz: Devlet adına faydalı işlerde bulunmuş ilim adamları, idareci ve askerlere veriliyordu.

11- Nışan-ı Osmani: Sultan Abdülaziz Han tarafından 1862'de ihdas edilmiş olup, devlet hizmetinde üstün başarı sağlayanlara verilirdi

12- Asa ve şeşper

13- Çapa, Osmanlı denizciliğini temsil eder.

14- Bereket boynuzu

15- Nışan-ı iftihar

16- Yay

17- Mecidi nişanı 

18- Borazan, modern mızıka takımının kullandığı çalgı aletidir

19- Şefkat nişanı, 1878'de II. Abdülhamit Han tarafından ihdas edilmiş olup; savaş zamanında, büyük afetlerde devlete, millete hizmet eden kadınlara verilirdi

20- Top gülleleri (Bazı armalarda bulunmuyor.)

21- Kılıç

22- Top, topçu ocaklarını temsil eder

23- El siperlikli tören kılıcı: bu kılıç klasik Türk kılıcı olmayıp, o devirdeki subaylar tarafından kullanılırdı.

24- Mızrak.

25- Çift taraflı teber, orduda üst düzey görevliler tarafından üstünlük sembolü olarak kullanılmıştır.

26- Tek taraflı teber (balta)

27- Bayrak

28- Osmanlı sancağı

29- Mızrak: Son dönem mızraklı süvari alaylarını remzeder

30- Kalkan, Ortasında stilize edilmiş bir güneş motifi var. 12 yıldız: Rivayete göre bu 12 yıldız 12 burcu temsil eder. Güneş bu burçlar üzerinde hareket eder.







Yorumlar

Depremde nerede durmalı?

Adım Doug Copp.

Dünyanın en tecrübeli kurtarma birimi Amerikan Uluslar arası Kurtarma Ekibi' nin kurtarma şefi ve afet olayları müdürüyüm. Bu makaledeki bilgiler bir deprem anında hayat kurtaracaktır. Devamı için

Fıkralar

Kediler İçin Kara Bir Gün

1300'lerde Avrupa 'Kara Ölüm' olarak bilinen veba salgını ilk olarak 1300'lerde Çin'de ortaya çıktı.

Kurbanların şikâyetleri ağrılar, ateş ve bulantıyla başlıyordu. İnsanların dirseklerinde ve kasıklarında mor kabarıklıklar oluşuyor ve kısa sürede yumurta büyüklüğüne ulaşıp sertleşiyordu. Bu yumurtalar patladığında içinden pis kokulu siyah bir madde fışkırıyordu ancak bu rahatlama kurban için çok geç

oluyordu. Çünkü hasta beş gün içinde ölüyordu.

Bunun bilinen bir tedavisi yoktu ve alınan hiçbir önlem işe yaramıyordu. Seksen yıl içinde hastalık Çin nüfusunu üçte bir oranında azaltmıştı. İyi işleyen ticaret yolları aracılığıyla da salgın batıya doğru, Hindistan ve Ortadoğu'ya ilerliyor, her gün binlerce insanın ölümüne neden oluyordu. Hastalığa neyin sebep olduğu bulunamıyordu. 1347'de bozkır savaşçıları bir Ceneviz şehrini kuşatıp mancınıkla hastalıktan ölmüş cesetleri şehre fırlattılar.

Böylece şehrin çoğunluğu hastalığa yakalandı. Bu cesetler toplanıp yakıldı ve ardından da gömüldü ancak hastalığın yayılması engellenemedi. Şehir mahvolduğu için Cenevizliler Sicilya'ya geri döndü ve hastalığı orada da yaydılar. Hastalık, yeni ve kendisiyle ilgili hiç bilgisi olmayan bir nüfusa yayılacaktı. Sicilya üzerinden Avrupa ve Kuzey Amerika da hastalıkla tanıştı ve milyonlarca insan öldü.

Bu salgına hastanın derisinin son aşamalarda koyu mor bir renge dönmesinden dolayı "Kara Ölüm" adı verildi. Derinin bu renge dönüşmesi, soluma sorunları yüzünden kanda oksijenin azalmasından kaynaklanıyordu. Hastalık bir kere bedene girdikten sonra o günün hiçbir tıp tekniği tedavi edemiyordu. Kara ölüm şehirlerin tümünü darmadağın ederken Avrupa uygarlığının da paniğe kapılmasına yol açtı Doktorlar salgını durdurmanın yollarını aradılar. Hastalar evlerinde karantina altına alındılar ancak hastalık yine de bir orman yangını hızıyla yayıldı. Birçok insan kara ölümün, Tanrının onlara günahkar yaşamları yüzünden gönderdiği bir ceza olduğuna inandı. Tanrının öfkesini yatıştırmak için insanlar günah keçileri aramaya koyuldu.

Bazı dindarlar Tanrının öfkesini kendi üzerlerine çekip insanları kurtarmak için kendilerini kırbaçladı. Özellikle Brüksel ve Strasburg'da bazıları olanları Musevilerin varlığına bağladı.

Bu panik döneminde binlerce insan öldü. Salgının cadılar yüzünden ortaya çıktığı da söylendi. Zararsız erkek ve kadınlar evlerinden alınıp hastalığın yayılmasını önleme amacıyla yakıldı. Kedilerin ise parlayan gözleri ve geceleri dışarıda çok dolaşmaları yüzünden bu "cadıların" büyülü hayvanları olduğu düşünülüyordu. Binlerce kedi katledildi.

Aslında Avrupalılar kedileri öldürerek salgına karşı en birinci savunma hatlarını kaybetmiş oluyorlardı. Çünkü veba salgını, öteki adıyla Yersinia Pesüs yaygın bir fare biti tarafından taşınıyordu. Ortaçağda her yer fare doluydu.

Kanalizasyon ilkeldi. Caddeler insan dışkısı, çöp ve ölü hayvan artıklarıyla doluydu. Kara veba, hastalığı taşıyan bitlerin fareler yoluyla yayılması sonucu artmıştı.

Cenevizlileri Avrupa'ya geri getiren gemide insanlarla birlikte karaya çıkan fareler hastalığı taşımışlardı. Limanda yaşayan bir sürü kedi öldürülmemiş olsaydı fareleri yiyeceklerdi ve hastalık yayılmayacaktı. Ancak bu kemirgenler kontrolsüz kaldı ve getirdikleri hastalığı korumasız binlerce eve yaydı.

14. yüzyılda salgın hastalık Avrupa'da beş kez daha baş gösterdi. Salgın sona erdiğinde nüfusun üçte birinden fazlası ölmüştü. Kediler öldürülmemiş olsaydı ölüm oranı çok daha az olurdu.


Bu blogdaki popüler yayınlar

Türkiye'ye adnan menderes zamanında "marshall yardımı" ile el attık

Rumeli hisarının yapılışı

"ERKEKLER GİBİ SAVAŞAMADIN, BARİ OTURUP KADINLAR GİBİ AĞLA"

İstiklal Savaşı'nın en küçük askeri ! Nezahet Onbaşı'nın kahramanlık öyküsü..

Kâbe’yi yıkmaya gelen Ebrehe ve askerlerinin başına gelenler