Kâbe’yi yıkmaya gelen Ebrehe ve askerlerinin başına gelenler


Kâbe’yi yıkmaya gelen Ebrehe ve askerlerinin başına gelenler

Ebrehe; Habeş hükümdarının yemen valisi idi. Hristiyan’dı. Arapların hac mevsiminde Mekke’ deki Beyt’i (Kâbe’yi) Allah’a yaklaşmak maksadı ile ziyarete hazırlandıklarını görünce   “Bu ev neden yapılmıştır?” dedi. “Taştan yapılmıştır!” dediler. “Ne ile örtülmüştür” diye sordu. “Yemen Alacası ile örtülmüştür” dediler.
Ebrehe, Hz. İsa adına yemin ederek “Ben size Kâbe den daha güzelini yapacağım” dedi ve Kayser’e bir mektup göndererek Sana da muhteşem bir kilise yaptırmak istediğini bildirdi ve kendisinden yardım istedi.
Kayser, Ebrehe ye ustalarla tepe camları ve su mermerleri gönderdi.
Ebrehe, beyaz kırmızı, sarı ve siyah su mermerlerinden yaptırdığı muhteşem kiliseyi altın ve gümüşle de süsledi. Kapılarını altın levhalarla kaplattı. Altın çivileri, birbirinden mücevherlerle ayırttı. Kapısını kırmızı ve büyük bir yakutla süsledi ve ona kapıcılar tayin etti. Kilisede öd ağacı yakılarak duvarları miskle sıvanıyordu. Duvarlar isten karadığı için mücevherler gözükmez olmuştu.
Kilise tamam olunca, Ebrehe Habeş hükümdarına bir mektup göndererek “hünkârım ben San’a da benzeri görülmedik bir kilise yaptım. Arapların Haccını buraya çevirmedikçe durmayacağım!” dedi ve dediğini de yaptı. Her tarafa propagandacılar gönderdi. Arapları San’a kilisesini ziyarete davet etti.
Hristiyanlığı benimseyen Arap kabilelerinden bazı kimseler gelip kiliseyi ziyaret etmeye ve hatta orada ibadet etmeye başladılar.
Ebrehe’ nin kızarak Kâbe’yi yıkmak için yemin etmesi ve Necaşi’ nin Meşhur filini getirtmesi.
Fukaym kabilesinden Nüfeyl adında bir Arap, geceleyin geddirttiği pisliklerle kilisenin ötesini berisini kirletip kaçtı.
Ebrehe, bunu haber alınca son derecede kızdı. “Araplar bunu Kâbe’lerinden yüz çevirttiğim için yapıyorlar. Bende onların Kâbe’ sinde taş üstünde taş bırakmayacağım!” diye yemin etti. Aynı zamanda Habeş hükümdarına birçok hediyelerle birlikte bir mektup gönderdi ve “Ben senin kölenim. Bu ülkelerde, içindekilerde hep senindir. Senin ülkendendir!” Diyerek Mahmud adlı büyük fili kendisine yollamasını ondan rica etti.
Necaşi: Gövdece, büyüklük ve kuvvetçe yeryüzünde bir benzeri daha bulunmayan bu hayvanı Ebrehe ’ye gönderdi.
Fil geldikten sora Ebrehe hazırlıklar a başladı.
Büyük bit ordu ile Mekke üzerine yürüdü.
Bazı Arap kabileleri, Ebrehe ye karşı koymaya yeltendilerse de tepelendiler.
Ebrehe, Taif’e geldiği zaman Mes’ud bin Muattip ile sakiflerden bazı kimseler, Ebrehe’ yi karşılayıp “Ey hükümdar! Biz, sana kuluz, senin emrini dinleriz. Sana boyun eğeriz. Aramızda sana muhalefet edecek yoktur. Senin yıkmak istediği Beyt, bizim Beyt’ imiz değil, Mekke dekidir. Biz sana bu yolda kılavuzluk edecek bir kimse de göndeririz.” Dediler ve Ebu Rigal adındaki kimseyi Ebrehe’ ye kılavuzluk etmek üzere yanında görevlendirdiler.
Ebrehe, yanında Ebu Rigal olduğu halde Elmugammis’e (Taif le Mekke arasındadır) geldi. Ebu Rigal orada öldü.
Araplar hala oradan geçerken Ebu Rigal’in kabrini taşlarlar.
Abd-ul Muttalib’in 200 devesinin sürdürülmesi ve Ebrehe ile mühim bir konuşması
Ebrehe, Mugammis’e inince, Habeşlilerden fil kumandanı Esved bin Maksud’u  keşif kolu olarak bir süvari bölüğü ile Mekke ye gönderdi.
Bunlar Mekke ye kadar sokularak, Tihame’ lilerin, Kureyş ve sairenin mallarını ve bu arada Kureyş’in büyüğü olan Abd-ul Muttalib’in de 200 devesini sürüp karargâha getirdiler.
Bunun üzerine Kurayş, Kinane, hüzeyl ve Haremde bulunan diğer kabileler savaşacak olurlarsa da güçleri yetmeyeceğini anlayınca savaşmaktan vazgeçtiler.
Ebrehe Himyerilerden Hunata’ yı Mekke’ ye gönderdi ve ”Git bu memleketin ulusunu, önderini bul, Ona : ( Hükümdar diyor ki de; Ben size harp etmek için gelmedim. Ancak, ancak şu Beyt’i yıkmak için geldim!. Eğer, bana harp ile taarruz etmezseniz, sizin kanınızı dökmeğe lüzum görmem). Eğer, benimle harp etmek istemiyorsa, onu alıp bana getir!” dedi.
Abd-ul Muttalib “Vallahi biz ona harp etmek fikrinde değiliz. Zaten, buna gücümüzde yetmez. Burası Allah’ın dokunulmaz Beyt’ idir ve Halil’i İbrahim’ in Beyt ‘i dir. Beytullah’ tan Ebrehe yi men ederse, Allah men eder. Çünkü O, Onun Beyti’dir. Onun dokunulmaz kıldığıdır. Yok, eğer, kendi haline bırakıverecek olursa, Vallahi biz de Ebreheyi ondan men edecek kuvvet yoktur!”  dedi.
Hunata: “Hükümdar, bana, seni kendi katına götürmemi emretti. Kalk, hükümdarın yanına gidelim” dedi.
Abd-ul Muttalib, oğullarından bazılarını yanına alarak, Hunata ile birlikte ordugâha gitti. Oraya varınca, eski dostu Zunefr’i sordu. Mahpus olduğunu öğrendi. Yanına vardı. Ona, “Şu başımıza gelen hale sende bir derman var mı? “ dedi.
Zunefr: “bir hükümdarın elinde esir olan, sabah akşam ölümünü bekleyip duran bir adamın sana me dermanı olabilir. Bende senin başına gelen hale bir derman yoktur. Ancak fil ’in bakıcısı dostum Uneys’ e bir haber gönderebilirim; Ona seni tavsiye eder, hakkında gereken hürmeti göstermesini ve senin için hükümdardan müsaade almasını, eğer yapabilirse ve eğer yapabilire hükümdar katında hayırlı bir şefaatte bulunuvermesini rica edebilirim. Yapabilirse ,gider, ne söyleyebilirsen söylersin!.” Dedi. Abd-ul Muttalib’in “bu kadarı da bana yeter “ dedi.
Zunefr filin bakıcısı Üneys’ i çağırttı. Ona: “Abd-ul Muttalib Kureyş ‘in ulusu ve Mekke erzak kervanlarının, Zemzem’in sahibidir. Düzlükte halkı dağ başında kurtları kuşları besler. Hükümdar bunun 200 devesini sürdürmüş. Onun için hükümdarın yanına girmesine müsaade al. Ona elinden geldiği kadar iyilik yap!.. “ dedi. Üneys “Yaparım” dedi.
Abd-ul Muttalib i yanına alıp Ebrehe ‘ye götürdü. “Ey hükümdar !.. Bu zat Kureyş ’in ulusudur. Kapına gelmiş huzuruna gelmek için müsaade istiyor. Kendisi Mekke erzak kervanlarının sahibidir. Düzlükte halkı dağ başında kurtları kuşları besler. Kendisine müsaade et de dileğini sana söylesin ve ona ihsanda bulun.” Dedi.
Ebrehe Abd-ul Muttalib ’in huzuruna girmesine müsaade etti. Abd-ul Muttalib ‘in iri yapılı boylu poslu yakışıklı biri idi.
Ebrehe onu görünce, ona büyük saygı gösterdi. Onu kendisinden aşağıda oturtmayı uygun görmedi. Tahtından inip minderine oturdu. Onu da yanına oturttu.
Tercümanına “söyle ona, dedi, dileğin nedir?”
Tercüman, Ebrehe ‘ye bu dileği anlatınca, Abd-ul Muttalib “dileğim: hükümdarın sürdürmüş olduğu 200 deveyi bana geri vermesidir.” Dedi.
Tercüman Ebrehe ye bu dileği anlatınca Ebrehe tercümana söyle ona, “ben seni görünce gözüme büyük görünmüştün. Fakat konuşmaya başlayınca gözümden düşütün!.. Ben senin dinin ve atalarının dini olan Beyt’i yıkmaya gelmişken, sen onu bırakıyorsun da bana sürdürmüş olduğum 200 deveni mi söylüyorsun.” Dedi.
Abd-ul Muttalib “ben ancak develerin sahibiyim, Beyt2inde elbet bir sahibi var! Onu koruyacak O dur “ dedi!
Ebrehe “ Bana karşı onu koruyacak yoktur” dedi
Abd-ul Muttalib: ”Orası beni ilgilendirmez. İşte sen İşte O!” dedi
Bunun üzerine E brehe, Abd-ul Muttalib ‘ e develerini iade etti.
Abd-ul Muttalib, Ebrehe’nin yanından ayrılıp Mekke’ye geldi. Kureyş’e bütün olan bitenleri anlattı. Develere, (Allah için kurbanlık) işaretini vurdurttu v hepsini serbest bıraktı.
Abd-ul Muttalib, Ebrehe askerlerinin tecavüzlerine uğramamak için, Mekke’den çekilip dağların tepelerine ve aralılarına çekilmelerini emretti. Bundan sonra yanında Kureyş’ ten bazıları olduğu halde, Kâbe’ye gitti. Kâbe’nin kapısının halkasına yapıştı ve:
“İlahi kul göçünü, ehlini esirger, korur. Sende buraya konmuş, dokunulmazlığı tehlikeye düşmüş olanları koru!
Onları salipleri ve kuvvetleri yarın, senin kuvvetine asla galebe çalamayacaktır. Eğer sen onları bizim kıblemizle baş başa bırakıverecek olursan o da senin bileceğin bir iştir. Bir hikmete müstenidir.
Onlar ülkelerinin cemaatlerini birde fili çekip getirdiler. Senin Beyt’ ine sığınmış olan halkını düzenleriyle yağmalamak için, cehaletlerinden senin kudretini ve ululuğunu hiç düşünmediler.” Diyerek münacat etti.
Abd-ul Muttalib le yanında bulunanlar, Allah’ a yalvardıktan sonra dağ başlarına çekildiler. Ebrehe’ nin Mekke’ ye girince ne yapacağını gözetlemeğe başladılar.
Sabah olunca Ebrehe, Mekke ‘ye girmeğe hazırlandı ve askerini düzene koydu. Mahmud adını taktıkları fili de hazırlayıp 17 Muharrem Pazar günü Mekke’ ye doğru yönelttiler.
Eblehe Kâbe’ yi yıktıktan sonra Yemen’ e dönüp gidecekti.
Nufeyl’ in fili çöktürmesi
Mekke’ ye gelirken Ebrehe’ ye karşı koymak istemiş, yenişmiş ve yol göstermek şartıyla canını kurtarmış olan Nufeyl b. Has’ami bir aralık filin yanına sokuldu. Kulağını tuttu ve “Mahmud, çök sağ ve selamet geldiğin yere dön! Sen, Allah’ın dokunulmaz kıldığı memlekettesin “ dedi ve hemen koşa koşa dağa çıktı.
Fil birden bire çöküverdi. Onu ayağa kaldırmak için, zorladılar. Teberlerle başına vurdular, dövdüler. Yine kaldıramadılar. Çengeller içine aldılar, ötesini berisini çektiler. Sivri uçlu ağaç sokup burnunu kanattılar, yine dayattı, kaldıramadılar. Yüzünü, Yemen’e doğru çevirdikleri zaman koşuyordu. Yüzünü Şam’a doğru çevirdiklerinde de doğuya doğru çevirdiklerinde de hep koşuyordu. Fakat yüzünü Mekke’ ye çevirdiklerinde hep çöküyordu.
Ebrehe askerlerinin taş yağmuruna tutulması
Tam bu sırada Yüce Allah, onların üzerine, deniz tarafından kırlangıçlar ve belasana benzeyen pek çok kuşlar saldı. Her kuş biri kagasında ikisi iki ayağında nohuttan küçük ve mercimekten büyük üç  taş yüklenmiş bulunmaktaydı. Bu taşlar onlardan kime rastlarsa o helak oluyordu.
Ebrehe’ nin askerleri, oraya buraya kaçışmağa başladılar. Geldikleri yolu tutmak istiyorlar, Yemen yolunu göstersin diye hep Nüfeyl ‘i soruşturuyorlardı.
Ebrehe ve askerleri, kaçışıyor ve her yola düşüyorlar, her sığındıkları yerde helak ve yok oluyorlardı.
Ebrehe de cesedinden vurulmuştu. Onu Muhassab Vadisi’ nden yanlarına çıkardılar. Vücudu parmak ucu kadar parça parça dökülüyordu. Her parça döküldükçe arkasından cerahat, irin ve kan akıyordu. Nihayet onu öylece sana ‘ya kadar götürdüler. Bir kuş yavrusu gibi kalmış, kalbi parçalanıncaya kadar ölmemişti.
Mahmud adındaki fil sağ kalmıştı.
Fil’in seyisinin ise iki gözü görmez, ayakları tutmaz olup sürünerek Mekke’de halktan yiyecek dilendiği görülmüştü.
Bundan sonra, Yüce Allah birde sel gönderdi. Habeşlilerin kalanlarını sürükleyip denize döktü.
Abd-ul Muttalib dağdan inince, Habeşlilerden sağ kalan iki kişi onun yanın a gelip başını öptüler ve “Sen bu felaketin başımıza geleceğini pekâlâ biliyordun!” dediler.
Bu felaketten sonra ilk defa olarak Çiçek ve kızamık hastalıkları görülmüş ve yine bu yılda ilk defa olarak acı ağaçlardan Harmel ve Ebucehil karpuzu ağaçları peyda olmuştu.



Yorumlar

Depremde nerede durmalı?

Adım Doug Copp.

Dünyanın en tecrübeli kurtarma birimi Amerikan Uluslar arası Kurtarma Ekibi' nin kurtarma şefi ve afet olayları müdürüyüm. Bu makaledeki bilgiler bir deprem anında hayat kurtaracaktır. Devamı için

Fıkralar

Kediler İçin Kara Bir Gün

1300'lerde Avrupa 'Kara Ölüm' olarak bilinen veba salgını ilk olarak 1300'lerde Çin'de ortaya çıktı.

Kurbanların şikâyetleri ağrılar, ateş ve bulantıyla başlıyordu. İnsanların dirseklerinde ve kasıklarında mor kabarıklıklar oluşuyor ve kısa sürede yumurta büyüklüğüne ulaşıp sertleşiyordu. Bu yumurtalar patladığında içinden pis kokulu siyah bir madde fışkırıyordu ancak bu rahatlama kurban için çok geç

oluyordu. Çünkü hasta beş gün içinde ölüyordu.

Bunun bilinen bir tedavisi yoktu ve alınan hiçbir önlem işe yaramıyordu. Seksen yıl içinde hastalık Çin nüfusunu üçte bir oranında azaltmıştı. İyi işleyen ticaret yolları aracılığıyla da salgın batıya doğru, Hindistan ve Ortadoğu'ya ilerliyor, her gün binlerce insanın ölümüne neden oluyordu. Hastalığa neyin sebep olduğu bulunamıyordu. 1347'de bozkır savaşçıları bir Ceneviz şehrini kuşatıp mancınıkla hastalıktan ölmüş cesetleri şehre fırlattılar.

Böylece şehrin çoğunluğu hastalığa yakalandı. Bu cesetler toplanıp yakıldı ve ardından da gömüldü ancak hastalığın yayılması engellenemedi. Şehir mahvolduğu için Cenevizliler Sicilya'ya geri döndü ve hastalığı orada da yaydılar. Hastalık, yeni ve kendisiyle ilgili hiç bilgisi olmayan bir nüfusa yayılacaktı. Sicilya üzerinden Avrupa ve Kuzey Amerika da hastalıkla tanıştı ve milyonlarca insan öldü.

Bu salgına hastanın derisinin son aşamalarda koyu mor bir renge dönmesinden dolayı "Kara Ölüm" adı verildi. Derinin bu renge dönüşmesi, soluma sorunları yüzünden kanda oksijenin azalmasından kaynaklanıyordu. Hastalık bir kere bedene girdikten sonra o günün hiçbir tıp tekniği tedavi edemiyordu. Kara ölüm şehirlerin tümünü darmadağın ederken Avrupa uygarlığının da paniğe kapılmasına yol açtı Doktorlar salgını durdurmanın yollarını aradılar. Hastalar evlerinde karantina altına alındılar ancak hastalık yine de bir orman yangını hızıyla yayıldı. Birçok insan kara ölümün, Tanrının onlara günahkar yaşamları yüzünden gönderdiği bir ceza olduğuna inandı. Tanrının öfkesini yatıştırmak için insanlar günah keçileri aramaya koyuldu.

Bazı dindarlar Tanrının öfkesini kendi üzerlerine çekip insanları kurtarmak için kendilerini kırbaçladı. Özellikle Brüksel ve Strasburg'da bazıları olanları Musevilerin varlığına bağladı.

Bu panik döneminde binlerce insan öldü. Salgının cadılar yüzünden ortaya çıktığı da söylendi. Zararsız erkek ve kadınlar evlerinden alınıp hastalığın yayılmasını önleme amacıyla yakıldı. Kedilerin ise parlayan gözleri ve geceleri dışarıda çok dolaşmaları yüzünden bu "cadıların" büyülü hayvanları olduğu düşünülüyordu. Binlerce kedi katledildi.

Aslında Avrupalılar kedileri öldürerek salgına karşı en birinci savunma hatlarını kaybetmiş oluyorlardı. Çünkü veba salgını, öteki adıyla Yersinia Pesüs yaygın bir fare biti tarafından taşınıyordu. Ortaçağda her yer fare doluydu.

Kanalizasyon ilkeldi. Caddeler insan dışkısı, çöp ve ölü hayvan artıklarıyla doluydu. Kara veba, hastalığı taşıyan bitlerin fareler yoluyla yayılması sonucu artmıştı.

Cenevizlileri Avrupa'ya geri getiren gemide insanlarla birlikte karaya çıkan fareler hastalığı taşımışlardı. Limanda yaşayan bir sürü kedi öldürülmemiş olsaydı fareleri yiyeceklerdi ve hastalık yayılmayacaktı. Ancak bu kemirgenler kontrolsüz kaldı ve getirdikleri hastalığı korumasız binlerce eve yaydı.

14. yüzyılda salgın hastalık Avrupa'da beş kez daha baş gösterdi. Salgın sona erdiğinde nüfusun üçte birinden fazlası ölmüştü. Kediler öldürülmemiş olsaydı ölüm oranı çok daha az olurdu.


Bu blogdaki popüler yayınlar

Türkiye'ye adnan menderes zamanında "marshall yardımı" ile el attık

Rumeli hisarının yapılışı

"ERKEKLER GİBİ SAVAŞAMADIN, BARİ OTURUP KADINLAR GİBİ AĞLA"

İstiklal Savaşı'nın en küçük askeri ! Nezahet Onbaşı'nın kahramanlık öyküsü..