İngilizlerin İslâm Düşmanlığı
Hindistan'ın Amritsar şehrinde [m. 1919] bir gün ayin sebebi ile toplanan Hindular, bisikleti ile gezen bir İngiliz kadın misyonerine
hürmet etmezler.
Misyoner,
İngiliz General Dyere şikayette bulunur.
General
derhâl askerlerine emir vererek, mabette ayinle meşgul halkın
üzerine ateş açtırır ve on dakikada yedi yüz kişi ölür.
Binden ziyade kişi de yaralanarak yerlere serilir.
General
bununla da iktifa etmeyerek, ahaliyi üç gün elleri ve ayakları
üzerinde hayvan gibi yürütür. Mesele Londra’ya şikâyet
edilir. Hükümet tahkikat yapılmasını emreder.
Tahkikat
için Hindistan’a gelen müfettiş, generale müdafaa ’sız halka
ateş açtırmasının sebebini sorunca, General, (Buranın kumandanı
benim. Buradaki askerî bir icraatı ben takdir ederim. Öyle lüzum
gördüm ve emrettim.) cevabını verince, müfettiş, (Pekâlâ,
ahalinin yüz üstü sürünmesini emretmenizin sebebi nedir?) diye
sorar.
General,
(Hintlilerden bir kısmı tanrıları karşısında yüz üstü
sürünüyorlar. Bunlara, bir İngiliz kadının bir Hindu tanrısı
kadar mukaddes olduğunu ve onun karşısında da hakaret değil,
sürünmeleri icap ettiğini anlatmak istedim) der. Müfettiş,
halkın, alış veriş için dışarı çıkmak mecburiyetinde
olduğunu söyleyince, General, (Bunlar insan olsalardı, sokak da
yüzüstü sürünmezlerdi. Çünkü bunların evleri birbirine
bitişik ve damları düzdür. Damlar üzerinde insan gibi
yürürlerdi) cevabını verir. Generalin bu sözleri İngiliz
basınında neşredilince, general kahraman ilân edilir. [Dyer,
Reginald Edward Harry 1281 [m. 1864] de doğdu, 1346 [m. 1927] de
İngiltere’de öldü. Dünya tarihîne (13 Nisan 1919 da Amritsar
şehrinde İngiliz zulmüne karşı meydana gelen olayları, şehri
kan gölüne çevirerek bastıran meşhur İngiliz general) diye
geçti. Hindistan’ın her yerinde İngilizler aleyhine büyük
gösteriler yapılması üzerine vazifeden alınarak, emekliye sevk
edildi. Fakat İngiliz Lortlar kamarası Dyerin yaptıklarını
medh-u sena ile karşılayarak, ona yardım yapılmasını
kararlaştırdı. İngiliz lortlarının, kontlarının diğer
milletlere nasıl bir gözle baktıkları burada da açıkça
görülmek dedir.]
İngiliz
casusun itirafları
M.Sıddık
Güneş
Bu
on günlük izin, bir saat gibi çabuk geçti. Böyle, neşeli
günler, bir saat gibi geçtiği hâlde, elemli günler insana
asırlar gibi geliyor. Necef deki hastalık günlerimi hatırladım.
O kederli günler, bana seneler gibi gelmişti.
Nazırlığa,
yeni emirleri almak için gittiğimde, karşımda, güler yüzü ve
uzun boyu ile sekreteri gördüm. O kadar sıcak elimi sıktı ki,
bundan, bana olan sevgisi zahir oluyordu.
Bana:
(Nazırımızın ve müstemlekelerle vazifeli heyetin emri ile sana
çok mühim iki devlet sırrı söyleyeceğim.
İlerde,
bu iki sırdan çok istifaden olacaktır. Bu iki sırrı, kendilerine
tam itimat edilen, birkaç kişiden başka kimse bilmez) dedi.
Elimden
tutarak, Nazırlığın bir odasına götürdü. Bu odada çok cazip
bir şeyle karşılaştım: Yuvarlak bir masanın etrafında (10)
adam oturuyordu. Onların birincisi, Osmanlı padişahının
kıyafetinde idi. Türkçe ve İngilizce biliyordu. İkincisi,
İstanbul’daki Şeyhülislamın kıyafetinde idi. Üçüncüsü,
İran Şahının kıyafetinde idi. Dördüncüsü, İran sarayındaki
vezirin kıyafetinde idi. Beşincisi, Şiî’lerin tâbi’
olduğu Necef deki en büyük âlimin kıyafetinde idi. Bu son üç
kişi, Farsça ve İngilizce biliyorlardı. Bu adamların her
birisinin yanında, onların söylediklerini yazmak için, birer
kâtip bulunuyordu. Bu kâtipler aynı zamanda, bu adamlara,
casusların İstanbul, İran ve Necef deki, onların asılları olan
beş kişi hakkında topladıkları malûmatı bildiriyorlardı.
Sekreter:
(Bu beş kişi, oralardaki beş kişiyi temsil ederler. Onların ne
düşündüklerini anlamak için, asılları gibi yetiştirdik. Biz
İstanbul, Tahran ve Neceftekilerle alâkalı elimize geçen
bilgileri, bunlara bildiriyoruz. Bunlar da, kendilerini oradakilerin
yerinde kabul eder. Biz onlara soruyoruz, onlar da bize
cevaplandırıyor. Bizim tespitimize göre, buradakilerin cevapları,
oradakilerin cevaplarına yüzde yetmiş mutabıktır.
İstersen,
tecrübe mahiyetinde bir şeyler sorabilirsin.
Nasılsa,
daha önce Necef âlimi ile görüşmüştün) dedi.
Ben
de peki dedim. Zira daha önce, Necef deki Şia’nın en büyük
âlimi ile görüşmüş ve ona bazı hususlar sormuştum. İşte,
onun benzerinin yanına yaklaştım ve dedim ki: (Hocam, Sünnî ve
mutaassıp olduğu için, hükümete harp açmamız caiz olur mu?)
Biraz düşündükten sonra, (Hayır, Sünnî olduğu için hükümete
harp açmamız caiz değildir. Zira bütün Müslümanlar
kardeştirler. Ancak onlar, ümmete zulüm ve işkence yaparlarsa
harp açabiliriz. Biz onu yaparken, emr-i bil ma’rûf ve nehy-i
anil-münker şartlarına uygun olarak hareket ederiz. Zulmü
bıraktıkları zaman, elimizi onlardan çekeriz) dedi.
Ben,
(Hocam, Yahudi ve Hıristiyanların necs olmaları ile alâkalı
görüşünüzü alabilir miyim?) dedim. (Evet, onlar necsdirler.
Onlardan uzak durmak lâzımdır) dedi. (Niçin) dedim. Cevaben, (Bu,
hakarete karşı misillemede bulunmaktır. Zira onlar, bizi kâfir
bilirler ve Peygamberimiz Muhammed aleyhisselâmı tekzip ederler.
Biz
de, buna karşı misillemede bulunuyoruz) dedi. Ona dedim ki: (Hocam,
temizlik imandandır değil mi? Öyleyse niçin, (Sahn-ı şerif)
[Hazret-i Ali’nin türbesinin etrafı], cadde ve sokaklar temiz
değildir? Hatta ilim medreseleri bile, temiz sayılmaz).
Cevaben:
(Evet, hakikaten temizlik imandandır. Fakat ne yapalım, Şii’ler,
temizliğe ehemmiyet vermeyince, böyle olur) dedi.
Nazırlıktaki
bu adamın cevapları, Necef deki Şii âliminin cevaplarına tıpa
tıp mutabık idi. Bu adamın Necef deki âlime bu kadar uygunluğu,
beni hayretler içinde bıraktı. Bir de üstelik bu adam Farsça
biliyordu.
Sekreter:
(Şayet sen diğer dört kişinin asılları ile de görüşmüş
olsaydın, şimdi onlarla da görüşebilir ve onların da asıllarına
ne kadar mutabık olduğunu görebilirdin) dedi.
Ben
dedim ki: (Şeyh-ul-İslam’ın da nasıl düşündüğünü
biliyorum. Çünkü benim İstanbul’daki hocam Ahmet Efendi,
Şeyh-ul-islâmı bana iyice anlatmıştı.) Sekreter: (O zaman
buyur, onun da numunesi ile görüşebilirsin) dedi.
Şeyh-ul-İslam’ın
benzerinin yanına yaklaştım ve ona dedim ki: (Halife’ye itaat
etmek farz mıdır?), (Evet vaciptir. Allaha ve Peygambere itaat
etmek farz olduğu gibi, bu da vaciptir) dedi. (Bunun delili nedir?)
dedim.
Cevaben
dedi ki: (Cenâb-Allah’ın bu ayetini duymadın mı? (Allaha, Onun
Peygamberine ve sizden olan ulül emre itaat ediniz)[1]
Ben, (Allah bize, askerine Medine yi yağmalamayı helâl eden ve
Peygamberimizin torunu Hüseyni öldüren halife Yezit' e ve içki
içen Velide itaat etmeği emreder öyle mi?) dedim. Cevabı şuydu:
(Oğlum, Yezit Allah tarafından Emîr-ül-mü’minîn idi. Hüseyni
öldürmeği emretmedi. Sen,Şiî’lerin yalanlarına
inanma!
Kitapları
iyi oku! Hata yaptı. Sonra tövbe de etti. Medine-i münevvereyi
yağmalamayı helâl edişinde isabet etmiştir. Çünkü Medine
halkı azıp bâgî olmuş ve itaati bırakmıştı. Velide gelince,
evet o fâsık idi. Halifenin yaptıklarını taklit değil,
İslamiyet’e uygun olan emirlerine itaat etmek vaciptir.) Bunları
hocam Ahmet efendiye de, daha önce sormuş ve az bir fark ile aynı
cevapları almıştım.
Sonra,
sekretere dedim ki, (Bu benzer kimseleri hazırlamanın hikmeti
nedir?) Bana: (Biz bu usul ile sultanın ve Şii olsun, Sünnî
olsun, Müslüman âlimlerinin düşünce kabiliyetlerini
öğreniyoruz. Siyasi ve dinî mevzularda, onlar ile mücadele
etmemize yardımcı tedbirler bulmağa çalışıyoruz. Meselâ,
düşman askerlerinin hangi taraftan geleceğini bilirsen, ona göre
hazırlanır ve askerlerini uygun yerlere yerleştirirsin ve onu
perişan edersin. Fakat onun ne taraftan saldıracağını bilmezsen,
askerlerini her tarafa gelişigüzel dağıtır ve mağlup olursun.
Aynen öyle, Müslümanların, dinlerinin ve mezheplerinin hak
olduğuna dair getirecekleri delilleri bilirsen, onların delillerini
çürütebilecek karşı deliller hazırlaman mümkün olur ve o
karşı delillerle onların akidelerini sarsabilirsin) dedi.
Sonra,
adı geçen temsilî beş adamın askerlik, mâliye, maarif ve dinî
sahalarla alâkalı aralarında geçen mütalaa ve plânların
neticelerini ihtiva eden, bin sahifelik bir kitap verdi. (Okuduktan
sonra getirirsin) dedi. Ben de, kitabı[1] Nisâ süresi, ayet: 59
alıp eve götürdüm. Üç haftalık tatilim içinde, baştan sona
kadar dikkat ile mütalaa ettim.
Kitap,
çok hayret edilecek cinstendi. Zira ihtiva ettiği mühim cevaplar
ve ince mütalaaları sahih gibiydi.
İngiliz
casusunun itirafları İngilizlerin İslâm Düşmanlığı
Yorumlar
Yorum Gönder