Unutulan zafer
Kut’ül Amare 100 yaşında
Osmanlı'nın
kazandığı son zafer, Irak'ın kut kentinde İngiliz ordusuna karşı elde edilmiş
ve 6'sı general, 476'sı subay toplam 13 bin asker esir alınmıştı. İngilizlerin
1 milyon sterlinlik rüşvet teklifi savaşın seyrini değiştiremedi.
Birinci
Dünya Savaşı’nda, Osmanlı ordusunun kazandığı son zaferin üzerinden tam 100 yıl
geçti. Zafer, Irak'ın Kut kentinde İngiliz ordusuna karşı elde edilmişti. 29
Nisan 1916'daki bu savaşta İngilizlerin 6’sı general, 476’sı subay olmak üzere
toplam 13 bin 309 askeri esir alındı. Türk ordusu Çanakkale’deki büyük zaferin
hemen birkaç ay sonrasında yeni bir zafere imza atmıştı. Osmanlı İmparatorluğu
ordusunun son zaferi, Britanya'nın da önemli askeri yenilgilerinden biri olarak
tarihe geçen bu olay zaman içinde unutuldu.
Osmanlı
İmparatorluğu Birinci Dünya Savaşı’na 29 Ekim 1914’te girdi. Ama Britanya
İmparatorluğu’na ait Hint Tümeni 16 Ekim 1914’te, o dönem İngiltere’nin
sömürgesi olan Hindistan’ın Bombay limanından, “Mezopotamya Seferi” için Irak’a
doğru yola çıkmıştı. Hedef İran’ın Basra kıyısındaki petrol ve doğalgaz
kuyularıydı.
İngilizler,
3 Kasım 1914’te Basra Körfezi’ne çıkarma yaptı ve İran'ın petrol yataklarının
bulunduğu Abadan’a konuşlandı. İki gün sonra da Basra’nın hemen güneyinde yer
alan, ikmal ve sevkiyat için stratejik öneme sahip Osmanlı Ordusu denetimindeki
Fav Yarımadası’nı ele geçirdiler. Osmanlı İmparatorluğu, bölgedeki askeri
birliklerini, kendisi için daha hayati olan Çanakkale, Sarıkamış ve Filistin
cephelerine kaydırmıştı. Irak’ın tamamı 38.Tümen’e bağlı az sayıda askere
bırakılmıştı.
İngiliz
güçleri çok zorlanmadan Basra’ya da girdi. Dicle ve Fırat nehirlerinin
birleştiği stratejik Kurna bölgesi de 9 Kasım 1914 tarihinde İngiliz güçlerin
denetimine geçti. Osmanlı Ordusu yeni bir savunma hattı oluşturmaya çalışırken,
İngiliz ordusu Bağdat’ı ele geçirme planları yapıyordu.
Osmanlı
birliklerinin başına Teşkilat-ı Mahsusa’dan komutan
Osmanlı
Harbiye Nazırı ve Başkomutan Vekili Enver Paşa, Irak’taki kuvvetlerin başına
Yarbay Süleyman Askeri’yi atadı.
Osmanlı’nın
gizli servisi Teşkilat-ı Mahsusa’nın kurucularından olan Süleyman Askeri’nin
daha önce Libya’da yaptığı gibi, Irak’taki yerel aşiretleri organize ederek
savunmayı güçlendirmesi umuluyordu.
Ancak Yarbay
Süleyman Askeri’nin, 12 Nisan 1915’te İngiliz mevzilerine doğru başlattığı
taarruz başarısızlıkla sonuçlandı. Yenilgiyi kaldıramayan Askeri, intihar etti.
Osmanlı birlikleri Nasıriye’ye doğru geri çekildi.
Savaş yeni
komutanlarla devam ediyor
Süleyman
Askeri’nin ölümünden sonra komutayı, daha sonra Kurtuluş Savaşı’nda da önemli
rol oynayacak bir isim, Albay Nurettin Bey (Nurettin İbrahim Konyar) aldı. Irak
ve Havalisi Genel Komutanlığı’na getirilen ve “Sakallı Nurettin” lâkabıyla da
tanınan Albay Nurettin Bey 19 Mayıs 1915’te Bağdat’a ulaştı.
İngiliz
güçleri de yeni birliklerle sayısını artırdı, bölgedeki askeri varlığını
kolordu düzeyine çıkardı. İngiliz birliklerinin başında Orgeneral John Nixon
vardı. Nixon da, İngiliz 6. Hint Tümeni’nin komutanlığına General Charles Vere
Ferrers Townshend’i getirdi. Townshend’e, çekilen Osmanlı birliklerini izleme
ve mümkünse Bağdat’ı alma emri verildi.
Albay
Nurettin Bey, bölgedeki düzenli ordu birliklerinin yetersiz olduğunu biliyordu.
İngiliz ilerleyişini yavaşlatan taktik muharebelerle, kontrollü bir şekilde
askerlerini Bağdat’a doğru çekti. Haziran ayında Amare, Temmuz ayında ise
Nasıriye İngilizlerin eline geçti. Kayıp vermeden geri çekilen Osmanlı
birlikleri Kut’ül Amare’nin hemen kuzeyinde yeni bir savunma hattı oluşturdu.
Osmanlı
Ordusunun başına Alman Paşa
İngilizlerin
harekâtı hem Osmanlı hem de müttefiki Almanlar için giderek ciddi bir sorun
haline gelmeye başladı. Harbiye Nazırı Enver Paşa, İran ve Irak’taki güçleri
yeni takviye birliklerle 6. Ordu adı altında topladı, başına da 72 yaşındaki
Alman Mareşal Volmar von der Goltz'u getirdi.
İngilizler,
27 Nisan 1915’te Nurettin Bey’in Kut’ül Amare’nin kuzeyinde oluşturduğu savunma
hattına saldırdı. İki gün süren çatışmaların ardından İngilizler Kut’ül
Amare’yi ele geçirdi. General Townshend, bu noktayı Bağdat’a yönelik harekâtın
merkezi olacak şekilde tahkim etti. Hendekler kazıldı, yüksek siperler inşa
edildi ve ağır silahlar yerleştirildi.
Yanlış hesap
Bağdat’tan döndü
Albay
Nurettin Bey de emrindeki askerleri, son savunma hattı olarak belirlediği,
Bağdat’ın güneyindeki Selman-ı Pak’a kadar çekti. Enver Paşa’nın emri ile
destek amaçlı gönderilen, Doğu Anadolu’daki 3. Ordu Sağ Cenah Grubu Komutanı
Albay Halil Bey, beraberindeki iki tümenle 15 Kasım’da Nurettin Bey’in emrine
girdi. Albay Halil Bey, Enver Paşa’nın kendisinden bir yaş küçük olan
amcasıydı.
İngiliz
General Townshend, 22 Kasım 1915’te taarruz emri verdi. Gün boyu süren şiddetli
çatışmalarda İngilizler ilerleme sağlayamadı ve geri çekilmeye başladı.
Osmanlı
güçleri, kaçan İngiliz askerlerini takip etti. Nurettin Paşa’nın süvari
birlikleri, çekilen düşman birliklerine sık sık saldırılar düzenledi.
Townshend, çareyi Kut’ül Amare’ye sığınmakta buldu. İngiliz general yanında
bulunan cephane ve yiyeceklerle iki ay dayanabileceklerini hesaplamıştı. Bu
süre zarfında Basra’dan gelecek yardımlarla yeniden Bağdat’a taarruza
geçebileceğini düşünüyordu. Ama işler düyündüğü gibi gitmedi.
İngiliz
birlikleri Kut’ül Amare’ye 3 Kasım’da ulaştı. 6. Hint Tümeni kentteki
mevzilerini güçlendirirken, Osmanlı birlikleri de onları kuşattı. Albay
Nurettin Bey, Townshend’e bir mesaj göndererek teslim olmasını istedi. İngiliz
komutan bu talebi reddetti. Bu arada, 7 Aralık’ta Bağdat’a ulaşan Goltz,
cephedeki durumu yerinde görmek üzere Kut’ül Amare’ya gitti.
Albay
Nurettin Bey, Mareşal Goltz’un oluşturulan 6. Ordu'nun başına atandığını
duyduğunda buna karşı çıkmıştı. Gayrimüslim bir komutanın Müslüman bölge halkı
üzerinde iyi bir etki bırakmayacağını düşünen Nurettin Bey, Osmanlı
subaylarının İngilizlerle başa çıkabilecek deneyim ve bilgiye sahip olduğunu
belirten görüşlerini İstanbul’a bildirmişti.
Nurettin
Bey, Goltz ile savaş planları üzerine de fikir ayrılığına düştü. Nurettin Bey,
hemen taarruza geçmek ve Kut’ül Amare’de bulunan İngilizleri kesin yenilgiye
uğratmak istiyordu. Goltz ise takviye güçler gelmeden böyle bir hamlenin yanlış
olacağını düşünüyordu.
Nurettin
Bey’in emri ile gerçekleşen saldırı, Kut’ül Amare’deki İngiliz gücü tarafından
püskürtüldü. Osmanlı ordusu ağır kayıplar verdi. Bunun üzerine Goltz, 6.
Ordu’nun Dicle Grubu komutanlığını Nurettin Bey’den alıp, Halil Paşa’ya verdi.
Hem kuşatma,
hem muharebe
Halil Bey,
bir yandan General Townshend’in birliklerini kuşatma altında tutacak diğer
yandan da Basra’dan gelecek yardım güçleriyle savaşacaktı.
Kut’u
kuşatan Osmanlı ordusu, kentin etrafına sağlam mevziler kazdı. Nehir yoluyla
gelecek düşman birlikleri için engeller konuldu.
İngilizlerin
Mezopotamya Seferi kumandanı Orgeneral Nixon, Kut’ta kuşatılan birlikleri
kurtarması için General Fenton John Aylmer komutasında 19 bin kişilik bir güç
gönderdi. General Aylmer, Ocak-Mart 1916 aralığında defalarca Osmanlı hatlarını
aşmaya çalıştı. Ancak, çok ağır kayıplar veren Aylmer’in güçleri geri çekildi.
Bu başarısızlığın üzerine Orgeneral Nixon, Mezopotamya Seferi komutanlığından
alındı ve yerine Orgeneral Percy Lake atandı.
Zorlu doğa
koşulları ve hastalık
Askerler
büyük çoğunlukla kızgın güneşin altındaydı. Harekâtın gerçekleştiği alanlar
Dicle ve Fırat nehirlerinin arasında olduğu için bataklıklar, sazlıklar ve
düzensiz taşkınlar askeri birliklerin intikalini zorlaştırıyordu. Bataklıklar
ve sivrisinekler nedeniyle hastalık kol geziyordu.
Tifüs gibi
bulaşıcı hastalıklar her iki ordunun da ortak düşmanıydı. Osmanlı 6. Ordu
Komutanı Goltz Paşa da tifüse yakalanarak 72 yaşında Bağdat’ta öldü. Henüz 33
yaşında olan Halil Bey, bir süre vekâleten, 22 Nisan 1916’da gelen emirle
Tuğgeneralliğe terfi edince de asaleten 6. Ordu komutanı ve Irak Genel Valisi
oldu.
Bir milyon
sterlin rüşvet teklifi
Nurettin Bey
bir, Halil Paşa da iki kez kuşatma altındaki General Townshend’e teslim olması
için mektup gönderdi. İngiliz general her seferinde olumsuz yanıt verdi.
Umudu iyice
azalan, askerleri açlık ve hastalık nedeniyle zayıflayan Townshend, Halil
Paşa’ya farklı teklifler sundu. Esir düşmek istemeyen İngiliz general, bir daha
Osmanlı ordusuna savaşmamak kaydıyla serbest bırakılmayı, tüm silahlarını
teslim etmeyi ve Halil Paşa’nın şahsına bir milyon sterlinlik çek
vermeyiönerdi. Onca savaştan sonra, esir alınmalarının bir gereklilik haline
geldiğini belirten Halil Paşa, İngiliz silahlarının işlerine yaramayacağını
belirtti. Townshend’in 1 milyon sterlinlik rüşvet teklifini ise “bir şaka”
olarak kabul ettiğini söyleyerek reddetti.
İngilizler
birinci teklifleri reddedilince ikinci bir teklifle geldiler. Teklifin yazılı
olduğu mektubu Halil Paşa’ya ulaştıran isimlerden biri dikkat çekiciydi.
Arapları Osmanlı İmparatorluğu’na karşı ayaklanmaya kışkırtan ünlü İngiliz
casusu Thomas Edward Lawrence, yani Arabistanlı Lawrance... İngilizler, Halil
Paşa’nın para teklifinden rahatsız olduğunu anlamış, bu hatalarını düzeltmeye
çalışıyordu. Yeni teklife göre, iki milyon sterlin değerinde para Osmanlı
Devleti’ne verilecekti. Diğer talepler aynıydı.
Kut’ül
Amare’de sıkışan İngiliz birliklere son yardım çabası da “Julnar” buharlı
gemisi oldu. Gemi 270 tonluk erzak ve cephaneyle Osmanlı birliklerinin ateş
açmasını müteakip karaya otrudu. Türk askerleri, hedefine ulaşması halinde
Townshend’in iki ay daha dayanmasına yetecek malzemeyle dolu bu gemiye “Kendi
Gelen” adını verdiler. Gemi, çalışır durumda, üç makineli tüfeği ile birlikte
Osmanlı Ordusu’nun nakliye filosuna katıldı.
Kut’ül
Amare’de erzak sıkıntısı çeken İngiliz güçleri at ve katırları keserek beslenme
ihtiyaçlarını karşılamaya çalışıyordu.
Açlık ve
hastalığın yanı sıra İngiliz ordusunun cephanesi de git gide tükeniyordu.
Townshend, elinde kalan silah ve mühimmatı imha ederek, 29 Nisan 1916 günü,
6’sı general, 476’sı subay toplam 13 bin 309 askerle teslim oldu. Bu, İngiliz
ordusunun uzun zamandır esir düşen en kalabalık askeri gücüydü.
Halil Paşa,
teslim olan General Townshend’in kılıcı ve iki tabancasını kendisine geri
verdi; bundan böyle esir değil, padişahın misafiri olduğunu söyledi.
Esir
askerler Halep ve Anadolu’nun farklı kentlerine gönderildi. İngiliz general
Townshend ve kurmayları ise 147 günlük kuşatmanın ardından kurmaylarıyla
birlikte İstanbul’a götürüldü. Bağdat’tan İstanbul’a 22 günde getirildiler.
Townshend , I. Dünya Savaşı’nın sona erdiği Kasım 1918’e kadar yaklaşık 2,5
yıl, Heybeliada ve Büyükada’da sürgünde kaldı. Enver Paşa, Townshend’i çok iyi
karşıladı, esaretinin bir misafirlik havasında geçmesini sağladı. Polis takibi
altındaydı ama serbest hareket edebiliyordu. Townshend, İstanbul’da bulunan en
yüksek rütbeli İngiliz askeri olması nedeniyle, I. Dünya Savaşı sona ererken,
Mondros Mütarekesi’ne katıldı. 1919 yılında Londra’ya döndüğünde ise, limanda
sadece karısı Alice, büyük kızı Audrey ve köpeği Spot’tan başka karşılayan
kimse yoktu. Dönüşü sonrası İngiliz ordusu ona yeni bir görev vermeyeceğini
açıkça bildirdi. Townshend için Kut’ül Amare kuşatması kariyerinin sonu
olmuştu.
Osmanlı
İmparatorluğu’nun Çanakkale ve Irak cephesindeki zaferlerine rağmen başarı
kalıcı olamadı. Irak’ta konuşlu güçlerine diğer cephelerden takviye gönderen
İngilizler, sekiz ay sonra 50 bin kişilik orduyla yeniden Kut’ül Amare’ye
saldırdı.
25 Şubat
1917’de Kut’ül Amare yeniden İngilizlerin eline geçti. 11 Mart 1917’de onu
Bağdat izledi.
© Milliyet Unutulan zafer Kut’ül
Amare 100 yaşında
Zaferin
komutanı Halil Paşa, soyadı kanununun ardından Kut soyadını aldı.
Kut’ül
Amare’de bacağına bir şarapnel parçası gelerek ciddi şekilde yaralanan Binbaşı
Clement Attlee, 1945-1951 yılları arasında, İngiltere’nin başbakanı oldu.
Yorumlar
Yorum Gönder