Yavuz Sultan Selim'in İstanbul'a girişi;


Yavuz Sultan Selim'in İstanbul'a girişi;

Yavuz Sultan Selim'in İstanbul'a girişi şekli Ayrıca üzerinde durulacak derin bir tarihi psikolojik hadisedir. Yavuz, tarihte ancak 1-2 Cihangir'e nasip olan bir muvaffakıyetle taht şehrine dönüyordu. 


Bir hamlede ve tek seferde İmparatorluğunun topraklarını iki katından fazla genişletmiştir.( Mısır seferinde fethedilen topraklar üzerinde bugün Mısır, Cezayir, Sudan, İsrail, Suriye, Lübnan, Ürdün, Yemen Devletleri ile Suudi Arabistan ve Libya devletlerinin bir kısmı ve Türkiye'nin Gaziantep, Hatay Adana vilayetleri, Tarsus gibi birkaç  kazası bulunmaktadır; (bu topraklar üzerinde bugün 300 milyona yakın nüfus yaşamaktadır) maddi bakımdan yeryüzünün üç büyük Devleti ortadan kaldırıldığı gibi, manevi bakımdan Şan ve Şerefi, Bütün İslam tarihi çapındadır. 

İslam dininin Başkanlığı demek olan halifelik, 767 yıldan beri bu sıfata haiz olan Abbasîlerden Osmanoğulları'na, Yani ilk defa olarak bir Türk hanedanına geçmiştir. Mukaddes emanetler, Osmanlı Türkeri’nin elindedir. Mukaddes şehirler( Mekke, Medine Kudüs) de öyle. Yavuz'un fütuhatı, 400 seneden fazla Türklerde kalmış Anadolu'daki fetihleri ise, ebedi olmuştur. İstanbul'da ise Büyük Cihangir'i karşılamak için Kıyametler kopmaktadır. En büyük merasimler hazırlanmıştır. yüzbinlerce halk hükümdarlarına alkış tutmak için aylardan beri bu günü beklemektedirler..

Yavuz'un bütün gösterişi devlet işlerindedir hususi hayatında mahcup mütevazı ve sakin bir adamdır. Geceleri odasında gözlük takıp kitap okuduğu anlarda, alelade bir Türk Bilgininden hiçbir farkı yoktur. Son derece sade giyinmektedir. İstanbul'da halkın hissiyatını ve yapılacak merasimleri öğrenince son derece sıkılmıştır. Şahsına gösterilecek olan bu derece alayişten utandığı için, bir gün sonra merasimle şehre girmesi lazımken, Birkaç saat önce yanında bir kaç kişiyle beraber Kayığa binmiş gizlice Topkapı Sarayı'na çıkmıştır. Ertesi gün halk ve devlet adamları Padişahın sarayda olduğunu öğrenmişler ve hiçbir merasim yapılamamıştır.


Bu Hadise, Türkiye'nin inhitat devirlerinde birtakım palavracılara yapılan karşılama törenleri ile mukayese edilirse, 16. Asır Türk ahlakının yüksekliği Daha iyi belli olur.
Yılmaz öztuna büyük Türkiye tarihi cilt 3


Yorumlar

Depremde nerede durmalı?

Adım Doug Copp.

Dünyanın en tecrübeli kurtarma birimi Amerikan Uluslar arası Kurtarma Ekibi' nin kurtarma şefi ve afet olayları müdürüyüm. Bu makaledeki bilgiler bir deprem anında hayat kurtaracaktır. Devamı için

Fıkralar

Kediler İçin Kara Bir Gün

1300'lerde Avrupa 'Kara Ölüm' olarak bilinen veba salgını ilk olarak 1300'lerde Çin'de ortaya çıktı.

Kurbanların şikâyetleri ağrılar, ateş ve bulantıyla başlıyordu. İnsanların dirseklerinde ve kasıklarında mor kabarıklıklar oluşuyor ve kısa sürede yumurta büyüklüğüne ulaşıp sertleşiyordu. Bu yumurtalar patladığında içinden pis kokulu siyah bir madde fışkırıyordu ancak bu rahatlama kurban için çok geç

oluyordu. Çünkü hasta beş gün içinde ölüyordu.

Bunun bilinen bir tedavisi yoktu ve alınan hiçbir önlem işe yaramıyordu. Seksen yıl içinde hastalık Çin nüfusunu üçte bir oranında azaltmıştı. İyi işleyen ticaret yolları aracılığıyla da salgın batıya doğru, Hindistan ve Ortadoğu'ya ilerliyor, her gün binlerce insanın ölümüne neden oluyordu. Hastalığa neyin sebep olduğu bulunamıyordu. 1347'de bozkır savaşçıları bir Ceneviz şehrini kuşatıp mancınıkla hastalıktan ölmüş cesetleri şehre fırlattılar.

Böylece şehrin çoğunluğu hastalığa yakalandı. Bu cesetler toplanıp yakıldı ve ardından da gömüldü ancak hastalığın yayılması engellenemedi. Şehir mahvolduğu için Cenevizliler Sicilya'ya geri döndü ve hastalığı orada da yaydılar. Hastalık, yeni ve kendisiyle ilgili hiç bilgisi olmayan bir nüfusa yayılacaktı. Sicilya üzerinden Avrupa ve Kuzey Amerika da hastalıkla tanıştı ve milyonlarca insan öldü.

Bu salgına hastanın derisinin son aşamalarda koyu mor bir renge dönmesinden dolayı "Kara Ölüm" adı verildi. Derinin bu renge dönüşmesi, soluma sorunları yüzünden kanda oksijenin azalmasından kaynaklanıyordu. Hastalık bir kere bedene girdikten sonra o günün hiçbir tıp tekniği tedavi edemiyordu. Kara ölüm şehirlerin tümünü darmadağın ederken Avrupa uygarlığının da paniğe kapılmasına yol açtı Doktorlar salgını durdurmanın yollarını aradılar. Hastalar evlerinde karantina altına alındılar ancak hastalık yine de bir orman yangını hızıyla yayıldı. Birçok insan kara ölümün, Tanrının onlara günahkar yaşamları yüzünden gönderdiği bir ceza olduğuna inandı. Tanrının öfkesini yatıştırmak için insanlar günah keçileri aramaya koyuldu.

Bazı dindarlar Tanrının öfkesini kendi üzerlerine çekip insanları kurtarmak için kendilerini kırbaçladı. Özellikle Brüksel ve Strasburg'da bazıları olanları Musevilerin varlığına bağladı.

Bu panik döneminde binlerce insan öldü. Salgının cadılar yüzünden ortaya çıktığı da söylendi. Zararsız erkek ve kadınlar evlerinden alınıp hastalığın yayılmasını önleme amacıyla yakıldı. Kedilerin ise parlayan gözleri ve geceleri dışarıda çok dolaşmaları yüzünden bu "cadıların" büyülü hayvanları olduğu düşünülüyordu. Binlerce kedi katledildi.

Aslında Avrupalılar kedileri öldürerek salgına karşı en birinci savunma hatlarını kaybetmiş oluyorlardı. Çünkü veba salgını, öteki adıyla Yersinia Pesüs yaygın bir fare biti tarafından taşınıyordu. Ortaçağda her yer fare doluydu.

Kanalizasyon ilkeldi. Caddeler insan dışkısı, çöp ve ölü hayvan artıklarıyla doluydu. Kara veba, hastalığı taşıyan bitlerin fareler yoluyla yayılması sonucu artmıştı.

Cenevizlileri Avrupa'ya geri getiren gemide insanlarla birlikte karaya çıkan fareler hastalığı taşımışlardı. Limanda yaşayan bir sürü kedi öldürülmemiş olsaydı fareleri yiyeceklerdi ve hastalık yayılmayacaktı. Ancak bu kemirgenler kontrolsüz kaldı ve getirdikleri hastalığı korumasız binlerce eve yaydı.

14. yüzyılda salgın hastalık Avrupa'da beş kez daha baş gösterdi. Salgın sona erdiğinde nüfusun üçte birinden fazlası ölmüştü. Kediler öldürülmemiş olsaydı ölüm oranı çok daha az olurdu.


Bu blogdaki popüler yayınlar

Türkiye'ye adnan menderes zamanında "marshall yardımı" ile el attık

Rumeli hisarının yapılışı

Hüseyin Nihâl Atsız'ın Topal Asker şiirini yazmasına sebep olan hadise:

Kâbe’yi yıkmaya gelen Ebrehe ve askerlerinin başına gelenler

"ERKEKLER GİBİ SAVAŞAMADIN, BARİ OTURUP KADINLAR GİBİ AĞLA"