Musevi olduğunu söyleyen Abraham Efendi Cem Evi'nde ne yapıyor?




Ertuğrul Özkök geçen hafta, İsraillilerin Türkiye’de sanıldığı kadar “faal” olmadığını, abartıldığını yazmıştı. Peki Fransız, Bulgar ve İsrail vatandaşı Musevi Abraham Pinchas Bektaşi Dergahında ne arıyor? Güneydoğu’dan doğru Şahkulu Sultan Bektaşi Dergahı’na gelen tuhaf giyimli Yahudi kendini “Bilim adamı” diye tanıtıp bölücü sorular sorup ne yapmak istiyor? Sayın Özkök bu konuya da bir açıklık getirseniz büyük “hizmet” olur vallahi…


Musevi olduğunu söyleyen Abraham Efendi Cem Evi'nde ne yapıyor?
Ertuğrul Özkök geçen hafta, İsraillilerin Türkiye’de sanıldığı kadar “faal” olmadığını, abartıldığını yazmıştı. Peki Fransız, Bulgar ve İsrail vatandaşı Musevi Abraham Pinchas Bektaşi Dergahında ne arıyor? Güneydoğu’dan doğru Şahkulu Sultan Bektaşi Dergahı’na gelen tuhaf giyimli Yahudi kendini “Bilim adamı” diye tanıtıp bölücü sorular sorup ne yapmak istiyor? Sayın Özkök bu konuya da bir açıklık getirseniz büyük “hizmet” olur vallahi…

İsrail’in Kuzey Irak’taki faaliyetleri sık sık gündeme gelirken İstanbul Göztepe’deki Şahkulu Sultan Bektaşi Dergâhında ilginç bir olay yaşandı. Geçen ay 3 ayrı ülkenin pasaportunu taşıyan Musevi asıllı Fransız Abraham Pinchas “ben Bektaşi’yim” iddiasıyla dergâhta bulunan vatandaşlar arasında saatler geçirdi, bölücü sorular sordu. Dergâhta çok sayıda doküman toplayıp fotoğrafta çeken garip yabancı, Bektaşiler gibi ana kapıyı ve Şahkulu Sultan’ın mezarını öptü, ağaçlara taş sokup Şahkulu’ndan iman diledi!
3 Pasaportlu Musevi
İstanbul Kadıköy’deki Şahkulu Sultan Dergahı’na gelen, geleneksel Bektaşi Giysileri giymiş, yabancı herkesin dikkatini çekti. 1945 Bulgaristan Sofya doğumlu Abraham Pinchas’ın tam 3 pasaportu var; Bulgar, Fransız ve İsrail. Bir tek İsrail pasaportundaki ismi farklı; Abraham Sason Pinchas. Pinchas Paris’te bir üniversite de “sanat tarihi profesörü” olduğunu söylüyor.” Ben tam bir Bektaşi’yim, onlar gibi giyinip onların felsefesiyle yaşamaktan çok mutluyum. Orta Asya’dan buraya Bektaşi Felsefesini araştırıyorum. Türk tarihi de tam bir derya çok çekici buluyorum. Hele Şamanizm çok hümanist bir felsefe. Aleviler arasında Şamanizm’in izini sürüyorum” dedi. Kafasında Bektaşi takkesine benzer bir külah, upuzun bir sakal, belinde kuşak, bacağında şalvar, üzerinde tuhaf taşlardan oluşan takılar, ayaklarında çarık benzeri ayakkabıyla dergahta dolaşıp sorular sordu.

PARİS’Lİ ABRAHAM BEKTAŞ EFENDİ!!!
Şahkulu’nun mezarını, ana kapıyı, cem evinin kapısını öpüyor. Çelişki ve kuşku da işte tam burada; bir Avrupalı bilinen modern kıyafetiyle gelir oturur, konuşur çeker gider. Üstelik İnternette Pinchas’ın Bektaşi olduğuna dair bir iz de bulamadım. Her Pazar dergâha gelip kurban kestikten sonra lokma dağıtan, ardından dergâhtaki yatırları ziyaret eden Bektaşileri aynen taklit ediyor, onların ilgisini çekmeye arkadaşlık tesis etmeye çalışıyordu. Bu arada Bektaşi Vatandaşlara tuhaf sorular sormayı da ihmal etmedi: “ Türkiye’de size baskı işkence yapılıyormuş, ibadetiniz engelleniyormuş doğru mu?” şeklinde sorular dergâhtaki vatandaşları oldukça tedirgin etti. Yıllardır dergâha gelip giden Bektaşiler 30 yıldır böyle tuhaf giyimli hele de Musevi kökenli olan ziyaretçi hiç görmedik dediler.


Bektaşi Vatandaşlar Ne Diyor?

Dergah yöneticilerinden Hüseyin Taştekin “ Bize acayip sorular sordu: “size ayrımcılık yapılıyormuş dışarıda gazetelerde okuyor televizyonlarda izliyoruz siz de böyle şeylere muhatap oldunuz mu, hiç işkence gördünüz mü?” diye sordu. İnanç itibariyle kapılarının herkese açık olduğunu belirten Taştekin “biz inancımızdan mutluyuz memnunuz bizi kimse yolumuzdan çeviremez kimse boşuna uğraşmasın” dedi.
Alevi Cemaatinin ünlü liderlerinden yazar Cemal Şener de: “ Bizi Türk Milleti’nin “en zayıf halkası” olarak görme istidadında olan, maksatlı kişilerin olduğunu biliyoruz. Dergâhımızın kapısı kim olursa olsun herkese açıktır. Geçmişte daha çok Hristiyan Misyonerlerin sondajlarına tanık olduk. İlk kez bir Musevi kökenli şahsın ziyaretine tanık oluyoruz. Bir Musevi’nin Bektaşi olması, balığın kavağa çıkması kadar gariptir ve örneği yoktur. Olacak şey değildir bunu maksatlı olarak değerlendiriyorum. Zaten vatandaşlarımızdan gerekli cevabı da almış. Bu çabalar boşunadır, biz inancımızdan da yaşantımızdan da memnunuz. Aleviler bilinçlidir bu tür oyunlara gelmez” dedi.
Pinchas’ın farklı pasaportlarla defalarca Türkiye’ye girip çıktığı öğrenildi.
Tuhaf davranışlarıyla dikkat çeken bazı vatandaşlara daha önce Türkiye’de yaşadığını da söylemiş. Pinchas’ın birkaç kez Urfa Harran civarında seyahat ettiği, İsrail Pasaportundaki “Sason” adının Siirt’in Sason ilçesinden geldiği, atalarının Mezopotamyalı olduğunu söylediği de iddia edildi.

Ben Bu Filmi Daha Önce De Gördüm.

Geçen yazımda da söz etmiştim; ATV için “Mesih İnanlıları” adlı 60 dakikalık program yapmıştım. O programın çekimi sırasında Karaca Ahmet Cem evine gitmiştim. Bu sefer Bektaşilik hocası olduğunu iddia eden bir Amerikalı vardı. İşi abartıp “Bektaşi’ye Bektaşilik dersi “ verdiğini söylüyordu. Daha sonra araştırdığımda bu şahsın da Protestan misyoner örgütünden olduğunu ortaya çıkarmıştım.
Ama bu seferki Musevi, bir Musevi kolay kolay din değiştirmez üstelik 3 pasaportuyla Bektaşi kılığında dergâha gelip kışkırtıcı sorular soran birinden kuşkulanmamak için “aşırı saf” olmak gerek.
Şimdi soruyorum: Ben bir Musevi düşmanı değilim, çok sayıda Musevi tanıdığım, dostum da var. Ama bu adam bu dergâhta ne yapıyordu, niye Bektaşi kılığında niye kışkırtıcı sorular soruyor? Evet, Sayın Ertuğrul Özkök buna ne diyeceksiniz?

İsrail’in Kuzey Irak’taki faaliyetleri sık sık gündeme gelirken İstanbul Göztepe’deki Şahkulu Sultan Bektaşi Dergâhında ilginç bir olay yaşandı. Geçen ay 3 ayrı ülkenin pasaportunu taşıyan Musevi asıllı Fransız Abraham Pinchas “ben Bektaşi’yim” iddiasıyla dergâhta bulunan vatandaşlar arasında saatler geçirdi, bölücü sorular sordu. Dergâhta çok sayıda doküman toplayıp fotoğrafta çeken garip yabancı, Bektaşiler gibi ana kapıyı ve Şahkulu Sultan’ın mezarını öptü, ağaçlara taş sokup Şahkulu’ndan iman diledi!

3 Pasaportlu Musevi
İstanbul Kadıköy’deki Şahkulu Sultan Dergahı’na gelen, geleneksel Bektaşi Giysileri giymiş, yabancı herkesin dikkatini çekti. 1945 Bulgaristan Sofya doğumlu Abraham Pinchas’ın tam 3 pasaportu var; Bulgar, Fransız ve İsrail. Bir tek İsrail pasaportundaki ismi farklı; Abraham Sason Pinchas. Pinchas Paris’te bir üniversite de “sanat tarihi profesörü” olduğunu söylüyor.” Ben tam bir Bektaşi’yim, onlar gibi giyinip onların felsefesiyle yaşamaktan çok mutluyum. Orta Asya’dan buraya Bektaşi Felsefesini araştırıyorum. Türk tarihi de tam bir derya çok çekici buluyorum. Hele Şamanizm çok hümanist bir felsefe. Aleviler arasında Şamanizm’in izini sürüyorum” dedi. Kafasında Bektaşi takkesine benzer bir külah, upuzun bir sakal, belinde kuşak, bacağında şalvar, üzerinde tuhaf taşlardan oluşan takılar, ayaklarında çarık benzeri ayakkabıyla dergahta dolaşıp sorular sordu.

Yorumlar

Depremde nerede durmalı?

Adım Doug Copp.

Dünyanın en tecrübeli kurtarma birimi Amerikan Uluslar arası Kurtarma Ekibi' nin kurtarma şefi ve afet olayları müdürüyüm. Bu makaledeki bilgiler bir deprem anında hayat kurtaracaktır. Devamı için

Fıkralar

Kediler İçin Kara Bir Gün

1300'lerde Avrupa 'Kara Ölüm' olarak bilinen veba salgını ilk olarak 1300'lerde Çin'de ortaya çıktı.

Kurbanların şikâyetleri ağrılar, ateş ve bulantıyla başlıyordu. İnsanların dirseklerinde ve kasıklarında mor kabarıklıklar oluşuyor ve kısa sürede yumurta büyüklüğüne ulaşıp sertleşiyordu. Bu yumurtalar patladığında içinden pis kokulu siyah bir madde fışkırıyordu ancak bu rahatlama kurban için çok geç

oluyordu. Çünkü hasta beş gün içinde ölüyordu.

Bunun bilinen bir tedavisi yoktu ve alınan hiçbir önlem işe yaramıyordu. Seksen yıl içinde hastalık Çin nüfusunu üçte bir oranında azaltmıştı. İyi işleyen ticaret yolları aracılığıyla da salgın batıya doğru, Hindistan ve Ortadoğu'ya ilerliyor, her gün binlerce insanın ölümüne neden oluyordu. Hastalığa neyin sebep olduğu bulunamıyordu. 1347'de bozkır savaşçıları bir Ceneviz şehrini kuşatıp mancınıkla hastalıktan ölmüş cesetleri şehre fırlattılar.

Böylece şehrin çoğunluğu hastalığa yakalandı. Bu cesetler toplanıp yakıldı ve ardından da gömüldü ancak hastalığın yayılması engellenemedi. Şehir mahvolduğu için Cenevizliler Sicilya'ya geri döndü ve hastalığı orada da yaydılar. Hastalık, yeni ve kendisiyle ilgili hiç bilgisi olmayan bir nüfusa yayılacaktı. Sicilya üzerinden Avrupa ve Kuzey Amerika da hastalıkla tanıştı ve milyonlarca insan öldü.

Bu salgına hastanın derisinin son aşamalarda koyu mor bir renge dönmesinden dolayı "Kara Ölüm" adı verildi. Derinin bu renge dönüşmesi, soluma sorunları yüzünden kanda oksijenin azalmasından kaynaklanıyordu. Hastalık bir kere bedene girdikten sonra o günün hiçbir tıp tekniği tedavi edemiyordu. Kara ölüm şehirlerin tümünü darmadağın ederken Avrupa uygarlığının da paniğe kapılmasına yol açtı Doktorlar salgını durdurmanın yollarını aradılar. Hastalar evlerinde karantina altına alındılar ancak hastalık yine de bir orman yangını hızıyla yayıldı. Birçok insan kara ölümün, Tanrının onlara günahkar yaşamları yüzünden gönderdiği bir ceza olduğuna inandı. Tanrının öfkesini yatıştırmak için insanlar günah keçileri aramaya koyuldu.

Bazı dindarlar Tanrının öfkesini kendi üzerlerine çekip insanları kurtarmak için kendilerini kırbaçladı. Özellikle Brüksel ve Strasburg'da bazıları olanları Musevilerin varlığına bağladı.

Bu panik döneminde binlerce insan öldü. Salgının cadılar yüzünden ortaya çıktığı da söylendi. Zararsız erkek ve kadınlar evlerinden alınıp hastalığın yayılmasını önleme amacıyla yakıldı. Kedilerin ise parlayan gözleri ve geceleri dışarıda çok dolaşmaları yüzünden bu "cadıların" büyülü hayvanları olduğu düşünülüyordu. Binlerce kedi katledildi.

Aslında Avrupalılar kedileri öldürerek salgına karşı en birinci savunma hatlarını kaybetmiş oluyorlardı. Çünkü veba salgını, öteki adıyla Yersinia Pesüs yaygın bir fare biti tarafından taşınıyordu. Ortaçağda her yer fare doluydu.

Kanalizasyon ilkeldi. Caddeler insan dışkısı, çöp ve ölü hayvan artıklarıyla doluydu. Kara veba, hastalığı taşıyan bitlerin fareler yoluyla yayılması sonucu artmıştı.

Cenevizlileri Avrupa'ya geri getiren gemide insanlarla birlikte karaya çıkan fareler hastalığı taşımışlardı. Limanda yaşayan bir sürü kedi öldürülmemiş olsaydı fareleri yiyeceklerdi ve hastalık yayılmayacaktı. Ancak bu kemirgenler kontrolsüz kaldı ve getirdikleri hastalığı korumasız binlerce eve yaydı.

14. yüzyılda salgın hastalık Avrupa'da beş kez daha baş gösterdi. Salgın sona erdiğinde nüfusun üçte birinden fazlası ölmüştü. Kediler öldürülmemiş olsaydı ölüm oranı çok daha az olurdu.


Bu blogdaki popüler yayınlar

Türkiye'ye adnan menderes zamanında "marshall yardımı" ile el attık

Rumeli hisarının yapılışı

"ERKEKLER GİBİ SAVAŞAMADIN, BARİ OTURUP KADINLAR GİBİ AĞLA"

İstiklal Savaşı'nın en küçük askeri ! Nezahet Onbaşı'nın kahramanlık öyküsü..

Kâbe’yi yıkmaya gelen Ebrehe ve askerlerinin başına gelenler