Kayıtlar

2013 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

En Büyük Acıyı Türkler Çekti'

Resim
En Büyük Acıyı Türkler Çekti' Osmanlı Müslümanlarının göç haritasını çıkaran Amerikalı tarihçi McCarthy, "O dönemde Müslümanlar, özellikle de Türkler en büyük acılara maruz kalan kesimdi" dedi. Turkish Coalition of America (TCA), tarihçi Prof. Justin McCarthy ile tarih kitaplarında pek yer verilmeyen Osmanlı topraklarındaki 5 milyon Müslümanın acı göç hikayesini, harita olarak yayımladı. TCA, Osmanlı İmparatorluğu'nun yıkılış döneminde yaşanan ama Batılı tarihçiler tarafından genellikle sadece Osmanlı'daki Hıristiyanlara odaklanılarak tek taraflı anlatılan göç konusunda madalyonun öteki yüzüne de dikkati çeken bir çalışmayı ortaya koydu. Louisville Üniversitesi'nde tarih profesörü olan ve Osmanlı İmparatorluğu hakkında ayrıntılı demografik çalışmalarda bulunan Prof. McCarthy tarafından hazırlanan "Osmanlı İmparatorluğu'nda Zorunlu Göç ve Ölümler-Açıklamalı Harita"da, Osmanlı topraklarında, 1770-1923 yıllarında göç eden 5 mi

Osmanlı’nın Wikileaks raporları

CEMAL A. KALYONCU          Sayı: 857 / Tarih : 09-05-2011 Wikileaks internet sitesi son dönemde dünya siyasetinde estirdiği rüzgârla yer etti hafızalarda. Amerikan diplomatlarının ülke dışından ABD’ye ulaştırdığı raporlarla ilgiliydi çoğu belge. Bu durum, zamanın en güçlü devleti olan Osmanlı’nın da bu tür bir sistemi olup olmadığını akıllara getirdi. Osmanlı diplomatları da gittikleri ülkeler hakkında raporlar hazırlamıştı. Ama onlarınki farklıydı. O zaman anlık iletişim söz konusu değildi. Osmanlı diplomatları notlarını, ülkeye döndüklerinde padişaha da sunulan sefaretname adı verilen uzun dokümanlar hâlinde tutuyorlardı. Gittikleri ve gördükleri ülkeler ile halkları hakkında topladıkları bilgi ve edindikleri izlenimler oluşturuyordu bilgilerin temelini. Osmanlı’nın Wikileaks belgeleri de denebilecek bu şekilde 41’den fazla sefaretname vardı, Osmanlı elçilerinin kaleme aldığı. Sefaretnamelerin bir kısmının yurt dışında baskısı da yapılmış olmasına rağmen pek çoğunun Türkç

Nişantaşı’ndaki binalarda gizli işaretler

Gül ve Haç Örgütü’nün İstanbul'daki bazı binalarda gizli işaretleri var.. 30 Eylül 2010 / 13:17 16. Yüzyılda Katoliklerin baskısından bunalan Protestanlar yeraltına indi ve İstanbul’u merkez seçerek “Gül ve Haç” örgütünü kurdular. İstanbul’da birçok tarihi binanın cephesinin gizli bir yerinde Gül ve Haç işareti vardır. Bu, “Biz burada oturuyoruz” ya da “oturduk” anlamına geliyor.. Örneğin Teşvikiye'deki karşı karşıya iki büyük bina.. Arda Uskan, Takvim gazetesi için sordu, Aytunç Altındal yanıtladı: İstanbul'un en büyük gizemleri arasında ünlü gizli örgüt Gül ve Haç Kardeşliği de var. İstersen biraz bu konuya yelken açalım... Gül ve Haç'ın ortaya çıkması 16. Yüzyıla denk geliyor. Parecelsus adlı birinin öğretilerinden yola çıkılıyor. Simya ilminin en önemli isimlerinden biri bu adam. Bütün Avrupa'yı dolaşan bir gezgin. 1521 yılında İstanbul'a gelip uzun bir süre kalmış. Onun öğretileri Gül ve Haç'ın doğmasına yol açıyor. Yüzyıllardır olageld

İşte Kanuni Sultan Süleyman’ın Kral Fransuva’ya fermanı...

Resim
İşte Kanuni Sultan Süleyman’ın Kral Fransuva’ya fermanı... Ben ki, Sultanlar sultanı, hakanlar hakanı hükümdarlara taç veren Allah’ın yeryüzündeki gölgesi, Akdeniz’in ve Karadeniz’in ve Rumeli’nin ve Anadolu’nun ve Karaman’ın ve Rum’un ve Dulkadir Vilayeti’nin ve Diyarbakır’ın ve Diyarbakır'ın ve Azerbaycan’ın Acem’in ve Şam’ın ve Halep’in ve Mısır’ın ve Mekke’nin ve Medine’nin ve Kudüs’ün ve bütün Arap diyarının ve Yemen’in ve daha nice memleketlerin ki, yüce atalarımızın ezici kuvvetleriyle fethettikleri ve benim dâhi ateş saçan zafer kılıcımla fetheylediğim nice diyarın sultanı ve padişahı Sultan Bayezıd Hân'ın torunu, Sultan Selim Hân'ın oğlu, Sultan Süleyman Hân’ım. Sen ki, Françe vilayetinin kralı Françesko (François, Fransuva)’sun. Sultanların sığınma yeri olan kapıma, adamın Frankipan ile mektup gönderip, memleketinizin düşman istilâsına uğradığını, hâlen hapiste olduğunuzu bildirip, kurtulmanız hususunda bu taraftan yardım ve medet isti

Vatan Haini değil büyük Vatan Dostu Vahidüddin Han

Vatan Haini değil büyük Vatan Dostu Vahidüddin Han Anadolu'ya üstün vasıflarda bir kumandan göndermek ve ona, millî bir mukavemet mikrakı kurdurmak gayesiyle Vahidüddin, Mustafa Kemal Paşayı saraya çağırıyor. Hikâyeyi, evvelâ Enver Behnan Şapolyo'nun kitabından Mustafa Kemal Paşa diliyle tespit edelim: «Yaverim Cevat Abbas yine eve geldi. Telâşlıydı. — Zât-ı Şahane sizi akşam yemeğine davet ediyor!  Dedi. Mayısın 4 üncü akşamı yedi buçukta Yıldız Sarayına gittim. Beni çok küçük bir odaya aldılar. Biraz sonra Mehmed Vahidüddin geldi. Ayağa kalktım. Beni yanına oturttu. O kadar yakın ki, âdeta diz dize idik. Padişahın sağında hemen dirseğini uzatarak dayadığı küçük bir masanın üstünde bir kitap vardı. Odada sessizlik hüküm sürüyordu. Anlaşılıyor ki, sarayda hiç neş'e yok... Padişah akıbetini düşünüyor. Odanın Boğaziçi’ne acılan büyük bir penceresinden görülen manzara şuydu: İtilâf devletlerinin donanmaları sırayla dizilmişler, topları saraya mütevecci

Osmanlıda Harem

Osmanlıda Harem Batı’nın Osmanlı kadınına bakışı “Harem” eksenlidir... Osmanlı sarayındaki haremi bir “Mutsuz kadınlar hapishanesi” olarak algılamışlar, haremdekiler hakkında fantastik hikâyeler uydurmuşlardır... Oysa harem, yabancı yazarların hiç görmeden yazdıkları seyahatnamelerinde anlattıkları gibi, bir “mutsuz kadınlar hapishanesi” değil, öncelikle padişahların evidir... İkincisi: Kadının dikkat, liyâkat ve zekâsına göre yükseldiği bir “Kadın Üniversitesi”dir (Erkeklerinki de Enderun’dur). Yedi-sekiz senelik mecburi bir eğitim sürecinde çeşitli sınavlardan geçtikten sonra, “çırak” çıkarılanlar (birisiyle evlenip haremden ayrılan cariyeler) yerleştikleri semtin öğretmenliğini yapar, o semtin kadınlarına ve kızlarına okuma yazma, edep-erkân, hayır-hasenat, nezaket, görgü, Kur’an-ı Kerim, biçki-dikiş, nakış, oya, dantel öğretirlerdi. “Saraylı Ana”nın konağında haftanın belirli günleri yapılan “kadın kadına” toplantılarda güzel sesli hafızlar Kur’an okuduktan sonra, çeşitl

Türk askerini karalayan iddialar yalanmış!..

Aksiyon http://www.haber3.com/detayss.haber3?id=14422 Türk askerini karalayan iddialar yalanmış!.. Ünlü İngiliz casusu Arabistanlı Lawrence’ın Türk askerlerinin tecavüzüne uğradığı iddiası uydurma çıktı. Lawrence tecavüzün 20 Kasım 1917 günü Suriye’deki Deraa Kalesi’nde meydana geldiğini ileri sürmüştü. Ancak Lawrence’ın günlüğü üzerinde yapılan adli tıp incelemesi, casusun o kaleye hiç gitmediğini ortaya çıkardı. İddiaya göre Lawrence, muhalif Arapları karalamak ve sado-mazo duygularını tatmin için bu yalanı uydurmuştu. BİRİNCİ Dünya Savaşı sırasında Arapları Osmanlıya karşı kışkırtıp İngilizlerin bölgede hakimiyet kurmasını sağlayan ünlü casus Arabistanlı Lawrence’in tecavüz palavrası modern bilim sayesinde ortaya çıkarıldı. İngiliz Sunday Telegraph gazetesinin haberine göre James Barr adlı İngiliz yazar, "20 Kasım 1917 tarihinde Türk askerleri Suriye’deki Deraa kalesinde bana tecavüz etti" diyen Lawrence’in o tarihte söz konusu kalede olmadığını belirledi. Lawr

"ERKEKLER GİBİ SAVAŞAMADIN, BARİ OTURUP KADINLAR GİBİ AĞLA"

"ERKEKLER GİBİ SAVAŞAMADIN, BARİ OTURUP KADINLAR GİBİ AĞLA" Tarık bin Ziyad'ın 711 yılında askerleriyle birlikte Kuzey Afrika'dan gemilerle gelip İspanya topraklarına ayak basması ile Avrupa'nın bağrında yetişecek ilk İslam devletinin de tohumları atılmış oluyordu. 7.000 kişilik ordusu ile Cebelitarık Boğazı'nı geçen Tarık bin Ziyad, İspanya topraklarına çıkar çıkmaz gemilerini yaktırmak suretiy le askerlerinin akıllarına gelebilecek geri dönme ihtimalini ortadan kaldırarak şu tarihi sözleri söyler: "Arkanızda düşman gibi deniz, önünüzde deniz gibi düşman. Nereye kaçacaksınız? Vallahi sizin için ancak sadakat ve sabır kalmıştır." Böylece tarihin görüp görebileceği en göz kamaştırıcı medeniyetlerden biri olan ve Avrupa'nın göbeğinde, İspanya ve Portekiz topraklarında 736 yıl hüküm süren, bilim, kültür, astronomi, felsefe, sanat, mimari, şehircilik ve tıp alanlarında lider ve örnek olmuş Endülüs Emevi Devleti 756 yılında kurulm

Atataürk'ün Balıkesir ulucami de okuduğu hutbe!..

Atataürk'ün Balıkesir ulucami de okuduğu hutbe!.. 7 Şubat’ta Ulucami'de öğle namazını kalabalık bir cemaatle kıldık. Sonra mevlit okundu. Bundan sonra da M. Kemal Paşa minbere çıkarak mükemmel bir hutbe okudu. Tarihî hutbeyi aynen veriyorum: (..Millet. Allah birdir, şanı büyüktür, Allah'ın selâmeti, atıfeti ve hayri üzerinize olsun. Peygamberimiz Efendimiz Hazretleri, Cenâb-ı Hak tarafından insanlara hakayık-ı di-niyeyi tebliğe memur resul olmuştur. Kanun-u Esasî cüm lenizce malûmdur ki Kur'an-ı Azimüşşân'daki nusus (açık-lık)'tur. insanlara feyz vermiş olan dinimiz son dindir, ek-mel (eksiksiz) dindir. Çünkü dinimiz akla, mantığa ve hakikate tamamen tevafuk ve tetabuk ediyor, eğer akla, mantığa ve hakikate tevafuk etmemiş olsaydı, bununla diğer kavain tabbiyeyi ilâhiye beyninde tezat olması icap ederdi. Çünkü bilcümle kavanin kevniyeyi (dünya ve ahiret yasaları) yapan Cenâb-ı Hak'tır. Arkadaşlar; Cenâb-ı Peygamber, mesaisinde iki dareye (

Bu söz Avrupa dillerine TAMERLAN şeklinde geçti

 Bu söz Avrupa dillerine TAMERLAN şeklinde geçti 1336 Nisan 8 de Semerkant’ın güneyindeki Sahrişebz (Yeşil Nehir) civarında Timur dünyaya geliyor. Timur tarihçileri, bununla Cengiz arasında kan münasebeti (soydaşlık) olduğunu ispata çalıştılar. Gerçek olan şudur ki Timur’un şeceresi nekadar dâhiyane şekilde Cengiz’e bağlanmak istenirse istensin, Barlas kabilesi Turçik (Türk) soyundan idi. Bu itibarla, Timurlenk kendi sininde Mogol olmak hoşuna gitmekle beraber, Moğol değil, Türktür. Timur’un babası Taragay (Turagay) Barlas kabilesinin şefi idi ve emir unvanının taşıyordu. din bilginleri ile dost olur sohbet etmekten hoşlanırdı. Bozkır halkından gelen bir kişi şehirde yaşamayı sevmez ve bundan kaçınırdı. Avrupalı bir yolcu, timurlenk’in babasının küçük bir senyör olduğunu ve yanında üç veya dört iyi silahlanmış süvariden fazlasını tutamadığını söylemiştir. Bu kadar kuvvetli ve kudretli bir şahsiyetin doğuşunu ve gelecekte büyük ve parlak işler yapacağını müjdeleyen işaretle

Depremde nerede durmalı?

Adım Doug Copp.

Dünyanın en tecrübeli kurtarma birimi Amerikan Uluslar arası Kurtarma Ekibi' nin kurtarma şefi ve afet olayları müdürüyüm. Bu makaledeki bilgiler bir deprem anında hayat kurtaracaktır. Devamı için

Fıkralar

Kediler İçin Kara Bir Gün

1300'lerde Avrupa 'Kara Ölüm' olarak bilinen veba salgını ilk olarak 1300'lerde Çin'de ortaya çıktı.

Kurbanların şikâyetleri ağrılar, ateş ve bulantıyla başlıyordu. İnsanların dirseklerinde ve kasıklarında mor kabarıklıklar oluşuyor ve kısa sürede yumurta büyüklüğüne ulaşıp sertleşiyordu. Bu yumurtalar patladığında içinden pis kokulu siyah bir madde fışkırıyordu ancak bu rahatlama kurban için çok geç

oluyordu. Çünkü hasta beş gün içinde ölüyordu.

Bunun bilinen bir tedavisi yoktu ve alınan hiçbir önlem işe yaramıyordu. Seksen yıl içinde hastalık Çin nüfusunu üçte bir oranında azaltmıştı. İyi işleyen ticaret yolları aracılığıyla da salgın batıya doğru, Hindistan ve Ortadoğu'ya ilerliyor, her gün binlerce insanın ölümüne neden oluyordu. Hastalığa neyin sebep olduğu bulunamıyordu. 1347'de bozkır savaşçıları bir Ceneviz şehrini kuşatıp mancınıkla hastalıktan ölmüş cesetleri şehre fırlattılar.

Böylece şehrin çoğunluğu hastalığa yakalandı. Bu cesetler toplanıp yakıldı ve ardından da gömüldü ancak hastalığın yayılması engellenemedi. Şehir mahvolduğu için Cenevizliler Sicilya'ya geri döndü ve hastalığı orada da yaydılar. Hastalık, yeni ve kendisiyle ilgili hiç bilgisi olmayan bir nüfusa yayılacaktı. Sicilya üzerinden Avrupa ve Kuzey Amerika da hastalıkla tanıştı ve milyonlarca insan öldü.

Bu salgına hastanın derisinin son aşamalarda koyu mor bir renge dönmesinden dolayı "Kara Ölüm" adı verildi. Derinin bu renge dönüşmesi, soluma sorunları yüzünden kanda oksijenin azalmasından kaynaklanıyordu. Hastalık bir kere bedene girdikten sonra o günün hiçbir tıp tekniği tedavi edemiyordu. Kara ölüm şehirlerin tümünü darmadağın ederken Avrupa uygarlığının da paniğe kapılmasına yol açtı Doktorlar salgını durdurmanın yollarını aradılar. Hastalar evlerinde karantina altına alındılar ancak hastalık yine de bir orman yangını hızıyla yayıldı. Birçok insan kara ölümün, Tanrının onlara günahkar yaşamları yüzünden gönderdiği bir ceza olduğuna inandı. Tanrının öfkesini yatıştırmak için insanlar günah keçileri aramaya koyuldu.

Bazı dindarlar Tanrının öfkesini kendi üzerlerine çekip insanları kurtarmak için kendilerini kırbaçladı. Özellikle Brüksel ve Strasburg'da bazıları olanları Musevilerin varlığına bağladı.

Bu panik döneminde binlerce insan öldü. Salgının cadılar yüzünden ortaya çıktığı da söylendi. Zararsız erkek ve kadınlar evlerinden alınıp hastalığın yayılmasını önleme amacıyla yakıldı. Kedilerin ise parlayan gözleri ve geceleri dışarıda çok dolaşmaları yüzünden bu "cadıların" büyülü hayvanları olduğu düşünülüyordu. Binlerce kedi katledildi.

Aslında Avrupalılar kedileri öldürerek salgına karşı en birinci savunma hatlarını kaybetmiş oluyorlardı. Çünkü veba salgını, öteki adıyla Yersinia Pesüs yaygın bir fare biti tarafından taşınıyordu. Ortaçağda her yer fare doluydu.

Kanalizasyon ilkeldi. Caddeler insan dışkısı, çöp ve ölü hayvan artıklarıyla doluydu. Kara veba, hastalığı taşıyan bitlerin fareler yoluyla yayılması sonucu artmıştı.

Cenevizlileri Avrupa'ya geri getiren gemide insanlarla birlikte karaya çıkan fareler hastalığı taşımışlardı. Limanda yaşayan bir sürü kedi öldürülmemiş olsaydı fareleri yiyeceklerdi ve hastalık yayılmayacaktı. Ancak bu kemirgenler kontrolsüz kaldı ve getirdikleri hastalığı korumasız binlerce eve yaydı.

14. yüzyılda salgın hastalık Avrupa'da beş kez daha baş gösterdi. Salgın sona erdiğinde nüfusun üçte birinden fazlası ölmüştü. Kediler öldürülmemiş olsaydı ölüm oranı çok daha az olurdu.