Hazreti Yakub'un nesli olan îsrail Oğulları Yusuf aleyhisselâm Mısır'da vezir
olduktan sonra buraya gelmişler ve onun yanında toplanmışlardı. Zamanla
çoğaldılar ve sayıları yüzbinleri aştı. Mısır'da mal, mülk ve geniş arazilere
sahip oldular. Bunların bu derece nüfus ve mal bakımından kuvvetlenmeleri o
zaman Mısır'a hükmeden Firavun Kâbus bin Mus'ab'ı kendi geleceği için endişelere
sevketmişti. Bu endişe ile îsrail Oğullarının bütün arazilerini ellerinden
gasbedip kendilerinin karın tokluğuna çalıştırılmalarına bir nevi
köleleştirilmelerine karar verdi.
Firavun bu tedbirlerle uğraşırken kâhinlerden biri, kendisine şöyle bir haber
verdi:
— İsrail Oğullarından bir çocuk dünyaya gelecek ve senin saltanatın ve
devletin onun eliyle son bulacak!
Bunun üzerine Firavun, İsrail Oğullarından doğacak her erkek çocuğun
öldürülmesine dair emir verdi ve bu iş için hususî vazifeliler tâyin etti. Bu
adamlar, yeni doğan erkek çocukları araştırıp bulurlar, mutlaka öldürürlerdi. Bu
sırada annesi, Hazreti Musa'yı dünyaya getirdi. Fakat bu nurtopu gibi yavruyu
Firavun'un adamlarının öldürmesinden çok endişeliydi. Musa Aleyhisselâmın
doğumundan sonra Hazreti Allah tarafından annesine, bu çocuğu endişe etmeden
emzirmesi, eğer ilerde çocuk için bir fenalık hissederse ,onu bir sandık
içerisinde Nil nehrine bırakıp mahzun ve mükedder olmaması ve çocuğu kendisine
iade edilip büyüdüğünde ona peygamberlik rütbesi verileceği ilham yoluyla
vahyedilmişti. Bu hal içerisinde annesi Hazreti Musa'yı üç ay emzirmiş ve sonra
vahiy mucibince bir sandık içerisine yerleştirerek büyük kızına verdi ve onun
vasıtasıyla Nil nehrine bıraktırdı bir taraftan da ona tenbıh etmişti:
— Kardeşinin izini takip et, ne olduğundan bir haber getir!
Hazreti Musa'nın kız kardeşi de onu, Nil'in sularında uzaktan takip etti ve
sandığı nehir kenarında bulunan Firavun'un sarayından aldıklarını gördü.
Firavun'un adamları ise bunun bu şekilde takip edilip görüldüğünden haberdar
değillerdi.
Fakat Hazreti Musa'nın annesi, kızı gelip kendisine durumu haber verinceye
kadar ne olup bittiğinden hiç haber alamayarak hayretten ve dehşetten gönlüne
hiç bir şey girmiyor, aklı sıfıra inmiş bir halde bekliyordu da, az daha bu
telâş ile haber alacağım diye yaptığını sezdirecek, Hazreti Musa'nın durumunu
ifşa ediverecekti.
Allah (C.C.) Hz. Musa'nın annesinin kalbine rabıta verdi. Cenab-ı Hak,
Zatının nurunu onun kalbine akıttı da rahatladı ve endişesi izale oldu. Kızı
gelip durumu kendisine haber verdi. Kızı da sarayda hizmetçi olarak çalışıyordu,
annesi kızına:
— Sen zaten orada çalışıyorsun. Git bak, sarayda neler oluyor, sandığı ne
yaptılar, öğrenip gel de bana bildir, dedi.
Sarayda sandık açılmış ve içerisinde nur topu gibi bir erkek çocuk olduğu
ortaya çıkmıştı. Bunun üzerine Firavun'un karısı saliha ve mü'mine bir kadın
olan Asiye kocasına şöyle bir teklifte bulundu:
— Bu yavrucak bana ve sana bir göz aydını olur, bunun hayatına kıymayınız.
Belki bize bir faydası dokunur, yahud evlâd ediniriz!
Zira kendilerinin de bir çocukları yoktu. Firavun da onun bu fikrine iştirak
etti. Böylece Hazreti Musa'ya dokunulmadı.
Hazreti Âsiye çocuğa süt verecek bir anne bulunmasını istedi. Ancak çocuk,
getirdikleri süt annelerinden hiç birisinin memesini ağzına almıyordu. Bu
sebeple Âsiye çocuğun hayatından endişe etmeye başladı. O zaman Hazreti Musa'nın
sarayda hizmetçilik yapan kız kardeşi ki, onlar bunu bilmiyorlardı, dedi ki:
— Size onu emzirecek bir kadın bulayım mı?. Bunun üzerine:
— Acele o kadına söyle, diye emir verdiler.
Kız koşup annesini saraya alıp getirdi. Annesi oğlunu görünce rengi değişti,
kalbi heyecandan çarpmaya başladı, ancak kimsenin farkına varmaması için kendine
hakim oldu. Çocuğu kucağına alıp da kendisine memesini verince, Hazreti Musa
derhal emmeye başladı. Böylece Allahü Teâlâ Hazreti Musa'yı annesine tekrar iade
ediyordu.
Allahü Teâlâ hikmeti icabı Firavun'un en büyük düşmanını ona kendi kucağında
büyüttürdü ve Hazreti Musa olgunluk çağına erişti. Kendisine bir hakimiyet ve
ilim ihsan etti. Çünkü O, muhsinlere böyle mükâfat verir.
Hazreti Musa bir gün Saraydan çıkarak şehre indi. Orada giderken ahalisinin
bir gaflet arıma rastladı ki, iki kişi biribirleriyle kavga ediyorlardı.
Bunlardan birisi Hazreti Musa'nın kavmi olan İsrail Oğullarından, diğeri ise
düşmanlarından yani Firavun'un itibar ettiği topluluktan idi.
Bunun üzerine kavminden olan kimse, düşmanından olan kimseye karşı Hazreti
Musa'dan yardım talebinde bulundu. Hazreti Musa da bu istek üzerine
hemşehrisinin hasmına bir yumruk indirdi ve adamın ölümüne sebep oldu.
O anda Hazreti Musa bu yaptığından dolayı nedamet duydu ve Allah'a sığınarak:
— Bu olan Şeytanın işîndendir, O cidden şaşırtıcı ve açık bir düşmandır. Ey
Rabbim! Doğrusu ben nefsime yazık ettim, artık mağfiretinle benim kabahatimi
ört. Muhakkak senin lütfün daha büyüktür! diye niyazda bulundu.
Allahü Teâlâ da kendisini mağfiret buyurdu. Çünkü hakikaten O, öyle Gafur ve
öyle Rahîm'dir.
Hazreti Musa da:
— Ey Rabbim! Bana olan bu nimetlerin hakkı için artık mücrimlere, suçlulara
asla yardımcı olmam, dedi.
Fakat bu yaptığının bilinmesi endişesinden Saraya dönmedi ve korku içinde
şehirde sabahladı. Olup bitenin neticesini gözetirken bir gün önce kendisinden
yardım isteyen israil Oğullarına mensub o adam yine bir başkasıyla kavga ediyor
ve mağlup vaziyette yine yardım için feryad ediyor gördü.
Hazreti Musa o kimseye:
— Sen besbelli bir yaramazsın, dedi ve yine kendisine hakim olamayarak, o
hasmı yakalayıvermek isteyince, adam:
— Ey Musa, dün bir adamı öldürdüğün gibi beni de öldürmek mi istiyorsun, ara
düzelticilerden olmak istemeyip de yer yüzünde zorba mı olmak istiyorsun? dedi.
Bunun üzerine Hazreti Musa suçunun başkaları tarafından da duyulduğunu
anlayarak daha fazla endişe etmeye başladığı sırada, şehrin öte başından bir
adam koşarak geldi Ve:
— Ey Musa! Haberin olsun heyet, seni işlediğin suçtan dolayı öldürmek için
hakkındaki emri müzakere ediyorlar, hemen çık! Ben cidden senin hakkında hayırla
düşünenlerdenim, dedi.
Hazreti Musa derhal oradan korku ile gözeterek ayrıldı ve:
— Ey Rabbim, kurtar beni bu zalim kavimden! diye dua etti. Musa Aleyhisselâm
bu hadiseden sonra Mısır'dan çıkıp doğuya çöle doğru yöneldi ve:
— Ola ki, Rabbim beni düz yola çıkarır, diye temenni etti.
Bu halde bir memleketten diğer bir memlekete intikal ederken Medyen beldesine
vardı.
Yolculuk esnasında hayli bitkin düşmüştü. Medyen suyunun başına vardığı zaman
burada koyunlarını sulayan bir küme insan gördü. Bunların yanı sıra koyunlarını
otlatan ve bu insanların yanına yaklaşmayan iki kız kardeş buldu.
Bu insanlardan sakınan genç kızlara:
— Derdiniz nedir? Niçin siz de koyunlarınızı sulamıyorsunuz? diye sordu.
Onlar:
— Biz iki genç kızız, erkeklerin yanına yaklaşamıyoruz. Onlar koyunlarını
sulayıp çevirdikten sonra biz de koyunlarımızı sulayabiliyoruz, diye cevap
verdiler.
Hazreti Musa ise:
— Peki, iki genç kızsınız da neden koyun otlatmakla meşgulsünüz? diye sordu.
Kızlar:
— Bizim babamız ihtiyar bir kimsedir. Onun için koyunları biz otlatıyoruz,
dediler.
Bunun üzerine Hazreti Musa kalkıp onların koyunlarını suladı. Kızlar
bulundukları yerde bekliyorlardı. Bu alâkasından dolayı onlar memnun oldular ve
kendisine teşekkür ettiler, gittiler.
Hazreti Musa gölgeye çekildi ve:
— Ey Rabbim, ben cidden bana indirdiğin hayırdan dolayı bir fakirim, diye dua
etti.
Derken biraz sonra iki kız kardeşten biri edep ve haya içerisinde yürüyerek
Musa aleyhisselâma geldi ve:
— Babam seni davet ediyor, bize su çekiverdiğin, koyunlarımızı suladığından
dolayı size karşılığını ödemek için sizi istiyor, dedi. Hazreti Musa kalktı ve o
genç kızla beraber davet edilen yere gitti.
Kızın babası, Hazreti Musa'ya kim olduğunu, ne sebeple Medyen'e kadar
geldiğini sordu, o da başından geçen hadiseleri anlatınca:
— Korkma! Kurtuldun o kavimden, o zalimlerden, dedi.
Bu zât Allah'ın Peygamberi Şuayb aleyhisselâm'dan başkası değildi.
Kızlardan birisi babasına:
— Babacığım, onu ücretle tut! Çünkü o, tuttuğun ecirlerin en hayırlısı,
kuvvetli ve güvenilir bir kimsedir, dedi. Şuayb aleyhisselam da Hazreti Musa'ya:
— Haberin olsun, ben şu iki kızımın birini sana nikahlamak istiyorum. Ancak
sen de sekiz sene benim koyunlarımı güdersen ki, eğer bu müddeti on seneye
doldurursan o da senin lütfundandır. Bununla beraber seni zorlamak istemiyorum.
Eğer kabul edersen inşaallah beni salih kimselerden bulacaksın!, dedi.
Hazreti Musa da:
— Benimle senin aramızda, iki müddetin her hangisini ödersem, demek benim
aleyhime husûmet etmek yok. Allah bu anlaşmamız üzerine vekilimizdir, dedi. Ve
genç kızlardan biriyle evlendi. On sene Hazreti Şuayb'ın hizmetinde bulundu.
Hazreti Musa, Şuayb aleyhisselamın yanında anlaşmadaki süreden daha fazla
olarak kaldıktan sonra, ailesiyle birlikte Medyen'den ayrılıp Mısır'a doğru yola
çıktı. Mevsim kış idi. Şam meliklerinden çekindiği için başka bir yol
seçmişlerdi. Ancak zevcesi hamile olup yolda kır sahalardan geçtiğinden
yolculukları zahmetli oluyor, hattâ yollarını şaşırıyorlardı. Bu yürüyüş onları
karanlık, soğuk ve karlı bir gecede Tur dağının sağında garb tarafına
sevketmişti. Çakmak taşı çakmayıp her türlü vâsıtanın kesildiği böyle bir
çaresizlik içerisinde bulundukları bir anda Hazreti Musa Tur dağı tarafından bir
ateş gördü.
O vakit ailesine:
— Durun, benim gözüme bir ateş ilişti. Her halde ben, size ondan bir haber
getireceğim yahut bir parça alırım, da ocak yakar ısınırsınız, veyahut da bir
kılavuz bulurum, dedi.
Ateş gördüğü yere vardığı zaman ise Hazreti Musa'nın kendine nazaran, vadinin
sağ kıyısındaki arzda ağaçtan şöyle nida olundu:
— Ey Musa, haberin olsun benim, ben Rabbin, âlemlerin Rabbi Allah. Hemen
pabuçlarını çıkar. Çünkü sen mukaddes Tuvâ vâdisindesin. Ben seni Peygamber
olarak seçtim. Şimdi sana verilecek vahyi dinle. Hakîkaten benim, ben Allah,
benden başka ilâh yok. Onun için bana ibâdet et ve zikrim için namaz kıl. Çünkü
kıyamet muhakkak gelecek. Ben, hemen hemen onu gizliyorum ki, her nefis ameliyle
cezalansın. Binaenaleyh sakın ona inanmayıp da kendi hevasına uyan kimse seni
ondan alıkoymasın, sonra helak olursun!
Hazreti Musa bu nidayı işitince vücudu sarsıldı, kalbi yerinden oynadı,
sessiz ve hareketsiz bir vaziyette olduğu yerde kalakaldı. Aynı sesin sahibi
yine:
— O sağ elindeki de ne ey Musa? diye sordu. Hazreti Musa:
— O, asam; üzerine dayanırım ve onunla davarlarıma yaprak çırparım. Benim
onda daha başka hacetlerim de vardır, diye cevap verdi.
Allahü Teâlâ:
— Bırak onu ey Musa! buyurdu. Hazreti Musa bırakınca bir de baktı ki, o asa
bir yılan olmuş kıvrılarak koşuyor. Allahü Teâlâ:
— Tut onu, korkma! Biz onu önceki suretine iade edeceğiz. Bir de elini
koynuna sok, çıksın bembeyaz bir âfetsiz diğer bir mucize olarak ki, sana en
büyük âyetlerimizden gösterelim. Git o Firavun'a. Zira o pek azdı, buyurdu.
Musa aleyhisselâm:
— Ey Rabbim, benim göğsüme genişlik ver, bana işimi kolaylaştır, dilimden
düğümü çöz ki, sözümü iyi anlasınlar. Bana ehlimden bir peygamber de ver;
Kardeşim Harun'u. Onunla arkamı sağlamlaştır, onu işimde ortak et ki, seni çok
teşbih edelim ye çok zikreyleyelim. Şüphe yok ki, sen bizi görüp duruyorsun!
dîye niyazda bulundu. Allahü Teâlâ:
— Haydi, erdirildin dileğine ey Musa! Şânım hakkı için biz lütfetmiştik sana
diğer bir defa daha. O vakit ki, anana şu verilen ilhamı verdik: Onu tabut içine
koy da suya bırak. Su onu sahile bıraksın, ki hem bana hem ona düşman biri
alsın. Ve üzerine benden bu sevgi koydum ki, hem de nezaretim altında
yetiştirilesin. O vakit hemşiren gidiyor ve diyordu.: «Ona iyi bakacak birini
buluvereyim mi sise?» Bu sûretle seni anana iade ettik ki, gözü aydın olsun da
mahzun olmasın. Hem bir adam öldürdün de seni gamdan kurtardık ve türlü
sıkıntılarla seni imtihan ettik. Bu sebeple senelerce Medyen Ehli içinde kaldın.
Sonra da bir kader üstüne geldin ey Musa! Ben seni kendim için yetiştirdim. Git
âyetlerimle sen ve kardeşin. Ve benim zikrimde gevşeklik etmeyin. Firavun'a
gidin. Çünkü o pek azdı. Varın da ona, belki dinler veya korkar diye yumuşak
dille söyleyin! buyurdu.
Hazreti Musa:
— Ey Rabbimiz, korkarız ki, Firavun bize şiddetle saldırır, yahut azgınlığını
artırır, dedi. Bunun üzerine Allahü Teâlâ:
— Korkmayın! Çünkü ben sizinle beraberim, işitirim ve görürüm. Haydi varın da
ona deyin ki, haberin olsun biz Rabbinin peygamberleriyiz, artık İsrail
Oğullarını bizimle gönder ve onlara azâb etme, sana Rabbinden bir âyetle geldik,
selâm doğruya tabî olanadır! buyurdu.
İlâhî hitab sona erince Hazreti Musa heyecanla geldi, gördüklerini ve
işittiklerini zevcesine anlattı ve kardeşi Harun aleyhisselâm ile beraber bu
vazifeyi yerine getirmek için Firavun'a gideceklerini bildirdi.
Hazreti Musa kardeşi Harun aleyhisselâma vardı ve Tur dağında kendilerine
tevdî edilen ilâhî emri tebliğ ettikten sonra beraber Firavun'un yanına
gittiler.
Hazreti Musa ile Hazreti Harun Firavun'un yanına girince, Musa aleyhisselâm
açık ve düzgün bir dil ile tebliğe başladı:
— Biz âlemlerin Rabbi ve senin de Rabbin olan Allahü Teâlâ'nın
peygamberleriyiz, İsrail Oğullarına eziyet etmekten vaz geç ve onları bizimle
beraber serbest bırak! Allahü Teâlâ bizi sana bu emrini tebliğ için gönderdi.
Her halde azâb yalanlayıp yüz çevirenedir, dedi.
Bunun üzerine Firavun, Hazreti Musa'ya:
— Seni çocukken biz büyütmedik mi? Hem bizde ömründen senelerce kaldın. Hem
de yaptığın o kati işini işledin. O halde sen o nankör kâfirlerdensin! dedi.
Musa aleyhisselâm:
— — Evet, o adamı öldürdüğüm zaman şaşkınlardandım. Bu sebeple sizden korktum
ve içinizden kaçtım. Derken Rabbim benim hakkımda hüküm ihsan etti, mağfiret
buyurdu ve beni peygamberlerden biri olarak gönderdi. O başıma kakdığın bir
nimet de İsrail Oğullarını kul, köle edinmiş olmandır, diye cevap verdi.
Firavun:
— Âlemlerin Rabbi de nedir? diye sordu. Hazreti Musa da:
— Göklerin ve Yerin ve bütün aralarında bulunanların Rabbidir. O, eğer siz
yakîn ehli iseniz, dedi. Firavun etrafındakilere:
— Dinlemez misiniz? Sizin inandığınız Rabbinizin ve evvelki atalarınızın
Rabbi, diye söyledi! Her halde size gönderilmiş olan peygamberiniz mutlak
mecnûn, dedi. «Peygamberiniz» derken de istihza edasıyla söylemişti.
Bunun üzerine Hazreti Musa:
— O, Maşrik ve Mağribin ve bütün aralarındakilerin Rabbidir, eğer siz akıl
sahibi iseniz, diye cevap verdi. Firavun:
— Yemin ederim ki, eğer benden başka bir ilâh kabul edersen seni mutlak ve
muhakkak o zindandakilerden ederim, dedi.
Hazreti Musa:
— Yâ! Sana apaçık isbat edecek bir şey getirdi isem de mi? Firavun:
— Haydi, getir onu bakayım eğer doğru söyleyicilerden isen? dedi.
Bunun üzerine Hazreti Musa asasını yere bırakıverdi ve o apaçık bir ejderha
kesiliverdi. Bir de elini çekti çıkardı, o da bakan kimselere karşı bembeyaz
oluverdi.
Firavun etrafında bulunan devlet adamları cemaatına:
— Bu, her halde çok usta bir sihirbazdır. Sihriyle sizi yerinizden çıkarmak
istiyor. Binaenaleyh bunun hakkında ne emir verirsiniz? dedi.
Onlar da:
— Bunu ve kardeşini alıkoy, şehirlere de derleyici kimseler yolla ki, bütün
bilgiç ve sihirbazları getirsinler. Bakalım kim galip gelecek, görelim, diye
cevap verdiler.
Nihayet varılan karar üzerine toplanan sihirbazlar Firavun'a geldiler ve hep
beraber devlet adamları ve halkın gözü önünde Hazreti Musa ve Hazreti Harun ile
üstünlüklerini isbat için hazır oldular. Firavun halka hitaben:
— Siz de hazır mısınız, sanırız biz sihirbazlara tabî olacağız. Eğer ki,
onlar galib gelirlerse, dedi. Sihirbazlar Firavun'a:
— Bizler galib gelirsek bize büyük mükâfaat var mı? diye sordular.
Firavun da:
— Elbet vereceğim, hem o zaman siz muhakkak benim yanımda makam ve mevkilere
de kavuşacaksınız, dedi. Daha sonra sihirbazlar Hazreti Musa'ya:
— Biz mi başlayalım, yoksa sen mi önce başlarsın? dediler. Hazreti Musa:
— Siz atın ortaya, ne atacaksanız, diye cevap verdi.
Bumm üzerine sihirbazlar hemen iplerini ve sopalarını attılar ve:
— Firavun'un izzeti hakkı için biz galib geleceğiz elbette! dediler.
Sihirbazlar ortaya attıkları bu sopalar ve iplerle aslı olmadık hayaller
gösterdiler ve gözlerini boyayarak halka son derece dehşet ve korku verdiler,
öyle olmuştu ki, iri iri halatları, uzun uzun sırıkları ve sopaları ortaya atıp
bütün vadiyi sanki biribirine binmiş, sarmaş dolaş olmuş hareketli yılanlarla
dolmuş gibi müthiş bir manzara içerisinde gösterdiler. Bunun sırn civa idi ki,
ağaçtan ve ipten yapılmış bir takım iplerin ve sopaların içlerine hususî surette
civa doldurulmuş, zeminin ve güneşin hararetiyle civa ısındıkça bunlar oynayıp
kıvrılarak hareket ediyorlar ve ortalıkta dehşetli bir çok yılan manzarası
arzediyorlardı.
Bu manzara karşısında Musa aleyhisselâm da bir an korkuya kapılmış ve
sihirbazlara mağlûb olacağını zannetmişti. Fakat Allahü Teâlâ kendisine endişe
etmemesini ve onlara karşı kendisinin galib geleceğini vahyederek:
— Elindeki asanı yere koyuver! buyurdu.
Bunun üzerine Hazreti Musa asasını yere koyuverince bir de ne görsünler,
Musa'nın asası onların bütün küçüklü büyüklü uydurma yılanlarını yutan ve
toplayan bir ejderha oluvermiş ki hepsini silip süpürüyor.. Böylece Firavun ve
adamları halkın huzurunda Allah'ın Resulüne karşı mağlûb oldular ve kendilerini
zelîl eden bir inkilâba uğradılar. Çünkü o ümid bağladıkları sihirbazlar da bu
bâtıllarını yok eden hakikat karşısında yıkılıp secdelere kapandılar ve hakkın
tesiriyle kendilerini tutamayarak yüzü üstü yatıp:
— Âlemlerin Rabbine, Musa ve Harun'un davet ettiği Rabbe iman ettik! dediler.
Sihirbazların bu hareketiyle İsrail Oğullarından bir çokları da îman edince,
bu durum karşısında Firavun iyice küplere bindi ve:
— Ben size izin vermeden evvel ona îman ettiniz öyle mi? Anlaşıldı ki, o size
sihri öğreten büyüğünüzmüş. Şüphesiz ki, bu bir hile ve bu hileyi siz müsabaka
meydanına çıkmazdan önce beraberce şehirde aranızda plânladınız, birleşip böyle
yapmayı kararlaştırdınız ki, asıl ahalisini Mısır'dan çıkarasınız.
Firavun Hazreti Musa'nın mucizesi hakkında uydurduğu sihir şüphesi üzerine
yapılan tecrübe ve imtihan neticesinde hakkın açığa çıkması üzerine kendisinin
mağlûb olup küçük düştüğünü ve davet ettiği sihirbazların da hakka teslim olarak
îman ediverdiklerini görünce derhal bunun bir hile olduğunu ortaya attı ve şu
tehdidi ilâve etti:
Şimdi yakında anlayacaksınız; bu hilenize karşı size neler yapacağım. Elbette
ve elbette ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazına kestireceğim, sonra hepinizi
elbette ve elbette çarmıha gerdireceğim!
Bu tehditler îman kalblerine yerleşmiş bulunan sihirbazlar üzerinde hiç bir
korku tesiri uyandırmadı ve Firavun'a şöyle cevap verdiler:
— Biz şüphe yok ki, nihayet Rabbimize döneceğiz, senin tehdidinle hak olan
ölümden korkacak değiliz, bunu biz Rabbimize dönmek için bir minnet sayarız..
Halbuki sen bizden hiç bir sebeple değil, ancak Rabbimizin âyetlerine bize
geldiğinde îman ettiğimizden dolayı intikam almaya kalkışıyorsun..
Firavun'a karşı metanetle böyle cevap verdikten sonra Allahü Teâlâ'ya iltica
edip:
— Ey Rabbimiz, bize su gibi her tarafımızı kaplayacak, şirk ve küfür, hile ve
isyan nankörlüklerinden yıkayacak, temiz tutacak büyük ve feyizli bir sabır ver.
Ve canımızı müslüman olarak al! diye dua ettiler.
Firavun'un maiyetindeki devlet adamları ise, kendisine: — Sihirbazları asıp
kesip de Musa'yı ve kavmi olan İsrail Oğullarını bırakacak mısın ki, arzda fesad
çıkarsınlar, seni ve ilâhlarını terk etsinler? diye Firavun'u körüklediler.
Firavun da cevaben:
— Onların oğullarını yine fazlasıyla öldürür, kadınlarını da bırakırız. Hiç
şüphe etmeyin ki, biz onlardan üstünüz. Onlara eskisi gibi dilediğimizi yapmaya
muktediriz, dedi.
Buna karşılık Musa aleyhisselâm kavmi, Firavun'un bu tekrar büyük katle
girişeceği haberi üzerine telâşa kapılınca onlara şu iki emri ve müjdeyi
vererek: — Allah'a sığının. Çünkü Allah dilemeyince hiç kimse bir şey yapamaz.
Firavun'un zulmü karşısında da Allah neden yapacağını yapmıyor diye acele de
etmeyin, sabredin. Arz Allah'ındır, Binaenaleyh Mısır da onundur. Onu
kullarından kime dilerse miras kılar. Akıbet ise saygısızların değil, Allah'dan
korkanlarındır, dedi.
Firavun Hazreti Musa'ya îman edenlere karşı muhtelif zulümler plânlarken,
Allahü Teâlâ da kendisine inanan bu kullarını o zalimden muhafaza etmek için
çeşitli belâlara musallat kıldı. Bu Âfetler Firavun'un israil Oğullarına karşı
tatbik etmek istediği bu zulüm sırasında meydana geliyor, her yeni bir kötülük
sırasında yeni bir âfet onu bu hareketinden alıkoyuyordu.
Önce sekiz gün geceli gündüzlü şiddetli bir karanlık içerisinde hiç
kesilmeksizin yağmur yağmış, kimse evinden dışarı çıkamamış, sel evlerine
dolmuş, boğazlarına kadar su içinde kalmışlar, aralarında israil Oğullarının
hanelerine ise bir şey olmamış, bu şekilde Mısır bir hafta müddetle deniz gibi
olmuş, hiç bir şey yapamamışlardı. Bu boğulma tehlikesi altında Musa
aleyhisselâma müracaat edip:
— Rabbine dua et, bu belâyı başımızdan kaldır da sana îman edelim, demişler,
Hazreti Musa da dua etmiş ve tehlike bertaraf olmuştu. Fakat bundan sonra
nebatat öyle fışkırmış ki, arazide misli görülmedik bir bereket husule gelmiş,
bunu görünce de:
— Bizim korktuğumuz şey bir musibet değil, hakkımızda bir hayırmış, diyerek
îman etmemişlerdi.
Bunun üzerine Allahü Teâlâ onlara çekirge sürüleri göndermiş, mahsullerini ve
meyvelerini yiyerek, evlerine, tavanlarına, elbiselerine kadar sarmış, yine Musa
aleyhisselâma gelip feryâd etmişler, aynı şeyleri söylemişlerdi. Allahü Teâlâ da
bir rüzgâr göndermiş, çekirgeleri sürüp denize dökmüştü. Bakmışlar ki geri kalan
mahsulleri kendilerine yetecek:
— Eh, bu kalan bize kâfi gelir, diyerek yine îman etmekten kaçınmışlardı.
Bunun üzerine Allahü Teâlâ onlara bit ve haşeratı musallat kılmış, bunlar
çekirgeden arta kalan şeyleri yemeye ve elbise ve bedenlerine kadar girerek
derilerini emmeye başlamıştı.
Hazreti Musa'ya üçüncü defa müracaat ederek, bunların kaldırılmasını
istemişler ve Allah'ın emriyle o da kalkmıştı. Ancak îman etmemişler ve:
— Artık senin bir sihirbaz olduğunda şüphemiz kalmadı, demişlerdi.
Bunun üzerine deniz tarafından gayet yoğun bir karaltı çıkmış ve neticesinde
kurbağalar başlarına yağmaya başlamıştı. Öyle ki, yerleri, yurdları kurbağa ile
dolmuş, her hangi bir örtü ve yiyeceğe el uzatsalar kurbağa çıkar ve ağızlarına
burunlarına atılırmış. Tekrar dördüncü defa olarak Hazreti Musa'ya müracaat
etmişler, o da kendilerinden îman edeceklerine dair kuvvetli ahd alarak Allahü
Teâlâ'ya dua etmiş ve bu âfet de bir yağmurla sürüp denize dökülmüş ve bertaraf
edilmişti.
Lâkin Firavun ve tabileri yine ahidlerini bozmuşlar, fesad ve küfürden
ayrılmamışlardı. Bunun üzerine Allahü Teâlâ kendilerine yeni bir belâ olarak kan
göndermiş, içecekleri, kullanacakları sular kan olmuş kalmış, birisi bir İsrail
Oğlunun ağzından bir yudum su sormak istese o bile kan kesilirmiş veyahut
devamlı olarak burunlarından kan fışkırmıştı. Bu durum karşısında yine Musa
aleyhisselâma müracaat etmişler ve onun duâsıyla bu âfetten de kurtulmuşlardı.
Bu âfetlerin her biri ayrı ayrı birer açık mucize idi. Her biri Hazreti
Musa'nın doğruluğuna, Allahü Teâlâ'nın kudretinin kemaline ve Firavun'un
kavminin helâkına doğru gittiğine ve hakkı hakikati bir an evvel anlayıp Allah'a
îman etmeleri lâzım geldiğine delâlet eden açık deliller idi. Onlar buna rağmen
kibirlendiler, îman etmeye yanaşmadılar. Bunlar böyle mücrimler sürüsü bir kavim
idiler. Öyle ahlâksız bir kavim ki, tepelerine belâ indi mi:
— Ey Musa, Rabbine sana verdiği ahd ve peygamberlik ile bizim için dua et,
yemin olsun sana îman edeceğiz ve İsrail Oğullarını seninle beraber mutlak ve
mutlak göndereceğiz, derlerdi. Ancak erişecekleri yeni bir belâya kadar o
musibet üzerlerinden kaldırılınca derhal ahidlerini bozarlar, o kurtarılışı
ebedî sallarlar ve âfetin biri gidince birinin tekrar geleceğini düşünmezlerdi.
Böylece ilk fırsatta sözlerinden dönerler, ahidlerinden cayarlardı. Bunlar böyle
ahlâksız bir kavim idiler.
Firavun ve kavminin Hazreti Musa ile onun kavmi olan israil Oğullarına karşı
yaptıkları zulümlerden, Allahü Teâlâ kendilerini tamamen halâs etmeyi murad
edince Musa aleyhisselâma:
— Kullarımı gece Mısır'dan yürüt. Çünkü takip edileceksiniz! diye vahyetti.
Bunun üzerine Hazreti Musa ve Harun aleyhisselâm, israil Oğullarına gizlice
Mısır'dan çıkmak üzere hazırlanmalarını emrettiler. Nihayet bir gece gizlice
yola çıktılar. Firavun durumu öğrenmiş ve büyük bir öfke ile onların takip
edilmeleri için asker toplamaları hususunda şehirlere adamlar göndermişti. Ve
arkalarına düştü. Takip neticesinde Hazreti Musa ve İsrail Oğulları, Kızıl
Deniz'e vardıkları zaman güneş doğmuştu. Firavun da askerleriyle birlikte onlara
yaklaşmıştı.
Firavun'un askerlerini gören israil Oğulları hemen telâşa kapılarak:
— Eyvah, yakalandık! dediler ve korkmaya başladılar.
Musa aleyhisselâm ise:
— Hayır, asla, Rabbin muhakkak benimledir, bana kurtuluş yolunu
gösterecektir, dedi, Bunun üzerine Allahü Teâlâ, Hazreti Musa'ya:
— Asan ile vur denize! diye vahyetti. Musa aleyhisselâm Kızıldenize vurunca
deniz infilâk etti her parçası koca bir dağ gibi kara oluverdi. Firavun ve
askerleri de onlara tam yaklaşmıştı ki, israil Oğulları Allahü Teâlâ'nın
denizden açtığı bu yoldan geçip kurtulurlarken onlar da, «biz de geçeriz» diye
ümitlenmişlerdi. Ancak âkibet umdukları gibi olmadı ve Allah'ın Peygamberine ve
ona inananlar topluluğuna çeşitli zulümleri reva gören Firavun ve adamları
denizin ortasına düşüp hepsi boğularak helak olmaktan kurtulamamışlardı.
Şüphesiz bunda Allahü Teâlâ'nın sayısız âyetleri vardır.
Hazreti Musa denizi geçtikten sonra Allahü Teâlâ tarafından vadolunan kitap
için tayin edilen bir vakit olmak üzere Zilkâde'nin başından Zilhicce'nin onuna
kadar gündüzüyle devam eden bir ay on günlük bir münacâata çıktı ki, bunu Tur
dağında oruçlu olarak geçirmiş ve nihayet münacaat ile bazı ilâhî kelâmlara
mazhar olup Tevrat'ın levhaları kendisine indirilmişti. Bu kırk gece, aylar
geceden başlayıp gün ile sayılmadığı için böyle isimlenmiştir. Bunda diğer bir
mânâ daha vardır ki, ilâhî tecellîler fecir gibi daima geceleri takip eder.
Bursa'lı İsmâil Hakkı Hazretleri der ki:
— Tarikat ehli, kırk gün sülûkü bu hâdiseye delâlet eden âyetlerden almıştır.
Dilimizdeki «çile» tabirinin de aslı budur. Farsça'nın «çil, çihil»
kelimesinden bir kırk demektir.
İşte Hazreti Musa İsrail Oğullarını denizden geçirdikten sonra Tur'da ilâhî
emir ile çile çıkarırken arkasında israil Oğulları Samirî isimli birinin
delaletiyle buzağıya tapmaya başlamışlardı ki, ne kadar haksız bir nankörlüktür.
Bununla beraber Allahü Teâlâ'nın bir lütfü olarak ilâhî afva uğradılar.
İsrail Oğulları daha sonra da Allahü Teâlâ'nın bir çok nimetlerine
kavuşmuşlar, ancak zaman zaman bunlara da nankörlükte bulunmuşlardır. Fakat bu
nankörlüklere rağmen Allah'a ve peygamberlerine îman edip onun nimetlerine daima
şükürde bulunan bir muhlisler zümresi devam edegelmiştir. Bunda da akıl
sahipleri için sayısız ibretler vardır.
(Kasas, Enbiyâ, Sâffat, Şuarâ, Gafir, Ahzab ve Fürkan Sûreleri)
Yorumlar
Yorum Gönder