Yavuz padişah hilafeti, sahabelerden aldı...


Yavuz padişah hilafeti, sahabelerden aldı...



Bir gün Yavuz Sultan, Selim Han (Rahmetullahialeyh) Sadık dostu ve nedimi Hasancan'ı çağırır, ona rüyanda ne gördün diye sorar... Zaten bu celâlli padişahın karşısında duyulan heyecan birde bu şaşkınlığa sebep olur, hünkârım rüya görmedim der... Yavuz Padişah tekrar sorar, iyi düşün ne rüya gördün? Hasancan tekrar rüya görmedim hünkarım der, ve Yavuz Padişah meraklı ve sıkıntılı bir eda ile huzurundan gönderir ve beklemektedir...Hasancan çıkar ve saraydaki üçüncü avlunun köşesi (Hırka-i Saadet'ten, yürüyerek Babüs'sadet önüne geliyor..) Ak Ağalar da denilen kapı bekçileri (bunlar normal bekçi değil çok özel yetiştirilmiş büyük devlet adamlarıdır, sıradan kapı muhafızları sanılmasın..) Ak ağalardan Hasan ağa'yı düşünceli ve dalgın gören Hasancan, hatır sorar ve Hasan Ağa anlatır, "Sormayın Paşam, gece ilginç bir müşahedem oldu." Akşam ezanıyla beraber Babüssade kapıları (o dev kapılar) kapılar çekilir ve kapatılırdı. Gece iki veya üç gibi, kapı vurulur ve Hasan Ağa kapıyı açar ki kapı önünde bir yığın beyaz elbiseli beyaz sarıklı zat vardı. "-Dört tanesi kapıya yaklaştı, bir tanesi iyice yaklaşıp bana dedi ki, ben Ali bin ebu Talib (rad), yanımdakiler de Ebubekr (rad), Ömer (rad.) Osman (rad), (ve arkasında diğer sahabeler..) Bizler Mısır seferine hazırlandık, hünkârınıza selamımızı söyleyiniz, hünkârınız daha hazırlanmadı." buyurur... Yakaza hâlinde bunu gören Hasan Ağanın anlatımı, gözyaşlarına boğulan Hasancan'a Yavuz Padişah'ın ona neden rüyadan sorduğunu da anımsatır... Ve acilen huzur-u hünkâra varıp "Müjde hünkârım, o dün gece görülmesi gereken rüyayı ben Hasancan kulunuz değil, kapıağası Hasan kulunuz görmüş.." diyerek hadiseyi anlatır padişaha.. Yavuz padişah dinlerken bakmaya cesaret isteyen gözlerinden yaşlar boşalır.. Ve Hasancan'a der ki; "-Biz demezmiydük ki, O'nlar tarafından bir yere memur edilmeden hiçbir işe başlamayız.." ve ekliyor: "Dedelerimiz evliyadanmış, onlara direk malum olurmuş (bildirilirmiş) lâkin biz onlara benzemedük" der... 

Hiç şüphesiz, Osmanoğulları kutlu bir ocaktır, saltanat nişanları ve taçları sarıklarına koydukları bir tüydür, çünkü efendimiz aleyhisselatuvesselamın yoluna süpürge etmeyi en büyük taç ve saltanat nişanı olarak görmüşlerdir. Hemen bütün memalik-i islamı birleştirmiş, tüm devletli islam hanedanlarını, ülkelerini beyliklerini devletlerini halife sancağı altında toplamış ve Müslümanları birleştirmişlerdir. Allah cümle selatin-i Osman'ın mubarek ruhlarını şad-u handan eylesin. Onların alimi evliyaları komutan ve askerlerinin manevi himmetlerini üzerimizden eksik etmesin. Allah bu kutlu ocağı ümmet-i Muhammed'in başından eksik etmesin...

Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala Ali Seyyidina Muhammed...

Harun Davut Eyüboğlu
Kaynak: Tacüt Tevarih (Bu eseri yazan Hoca Saadeddün, aynı zamanda Sultan Selim'in nedimi Hasancan'ın oğludur.)



http://www.facebook.com/OSMANLI.HANEDAN.VAKFI



Yorumlar

Depremde nerede durmalı?

Adım Doug Copp.

Dünyanın en tecrübeli kurtarma birimi Amerikan Uluslar arası Kurtarma Ekibi' nin kurtarma şefi ve afet olayları müdürüyüm. Bu makaledeki bilgiler bir deprem anında hayat kurtaracaktır. Devamı için

Fıkralar

Kediler İçin Kara Bir Gün

1300'lerde Avrupa 'Kara Ölüm' olarak bilinen veba salgını ilk olarak 1300'lerde Çin'de ortaya çıktı.

Kurbanların şikâyetleri ağrılar, ateş ve bulantıyla başlıyordu. İnsanların dirseklerinde ve kasıklarında mor kabarıklıklar oluşuyor ve kısa sürede yumurta büyüklüğüne ulaşıp sertleşiyordu. Bu yumurtalar patladığında içinden pis kokulu siyah bir madde fışkırıyordu ancak bu rahatlama kurban için çok geç

oluyordu. Çünkü hasta beş gün içinde ölüyordu.

Bunun bilinen bir tedavisi yoktu ve alınan hiçbir önlem işe yaramıyordu. Seksen yıl içinde hastalık Çin nüfusunu üçte bir oranında azaltmıştı. İyi işleyen ticaret yolları aracılığıyla da salgın batıya doğru, Hindistan ve Ortadoğu'ya ilerliyor, her gün binlerce insanın ölümüne neden oluyordu. Hastalığa neyin sebep olduğu bulunamıyordu. 1347'de bozkır savaşçıları bir Ceneviz şehrini kuşatıp mancınıkla hastalıktan ölmüş cesetleri şehre fırlattılar.

Böylece şehrin çoğunluğu hastalığa yakalandı. Bu cesetler toplanıp yakıldı ve ardından da gömüldü ancak hastalığın yayılması engellenemedi. Şehir mahvolduğu için Cenevizliler Sicilya'ya geri döndü ve hastalığı orada da yaydılar. Hastalık, yeni ve kendisiyle ilgili hiç bilgisi olmayan bir nüfusa yayılacaktı. Sicilya üzerinden Avrupa ve Kuzey Amerika da hastalıkla tanıştı ve milyonlarca insan öldü.

Bu salgına hastanın derisinin son aşamalarda koyu mor bir renge dönmesinden dolayı "Kara Ölüm" adı verildi. Derinin bu renge dönüşmesi, soluma sorunları yüzünden kanda oksijenin azalmasından kaynaklanıyordu. Hastalık bir kere bedene girdikten sonra o günün hiçbir tıp tekniği tedavi edemiyordu. Kara ölüm şehirlerin tümünü darmadağın ederken Avrupa uygarlığının da paniğe kapılmasına yol açtı Doktorlar salgını durdurmanın yollarını aradılar. Hastalar evlerinde karantina altına alındılar ancak hastalık yine de bir orman yangını hızıyla yayıldı. Birçok insan kara ölümün, Tanrının onlara günahkar yaşamları yüzünden gönderdiği bir ceza olduğuna inandı. Tanrının öfkesini yatıştırmak için insanlar günah keçileri aramaya koyuldu.

Bazı dindarlar Tanrının öfkesini kendi üzerlerine çekip insanları kurtarmak için kendilerini kırbaçladı. Özellikle Brüksel ve Strasburg'da bazıları olanları Musevilerin varlığına bağladı.

Bu panik döneminde binlerce insan öldü. Salgının cadılar yüzünden ortaya çıktığı da söylendi. Zararsız erkek ve kadınlar evlerinden alınıp hastalığın yayılmasını önleme amacıyla yakıldı. Kedilerin ise parlayan gözleri ve geceleri dışarıda çok dolaşmaları yüzünden bu "cadıların" büyülü hayvanları olduğu düşünülüyordu. Binlerce kedi katledildi.

Aslında Avrupalılar kedileri öldürerek salgına karşı en birinci savunma hatlarını kaybetmiş oluyorlardı. Çünkü veba salgını, öteki adıyla Yersinia Pesüs yaygın bir fare biti tarafından taşınıyordu. Ortaçağda her yer fare doluydu.

Kanalizasyon ilkeldi. Caddeler insan dışkısı, çöp ve ölü hayvan artıklarıyla doluydu. Kara veba, hastalığı taşıyan bitlerin fareler yoluyla yayılması sonucu artmıştı.

Cenevizlileri Avrupa'ya geri getiren gemide insanlarla birlikte karaya çıkan fareler hastalığı taşımışlardı. Limanda yaşayan bir sürü kedi öldürülmemiş olsaydı fareleri yiyeceklerdi ve hastalık yayılmayacaktı. Ancak bu kemirgenler kontrolsüz kaldı ve getirdikleri hastalığı korumasız binlerce eve yaydı.

14. yüzyılda salgın hastalık Avrupa'da beş kez daha baş gösterdi. Salgın sona erdiğinde nüfusun üçte birinden fazlası ölmüştü. Kediler öldürülmemiş olsaydı ölüm oranı çok daha az olurdu.


Bu blogdaki popüler yayınlar

Türkiye'ye adnan menderes zamanında "marshall yardımı" ile el attık

Osmanlı Arşiv belgeleri

Rumeli hisarının yapılışı

Son padişah Vahdettin hain miydi

Hüseyin Nihâl Atsız'ın Topal Asker şiirini yazmasına sebep olan hadise: