İbni Haldun Mukaddime "Devlette Bozulmanın Nasıl Başladığı Hakkında."
Devlette Bozulmanın Nasıl Başladığı Hakkında.
Bil ki, hükümdarlık (devlet) olmazsa olmaz iki temel üzerine kuruludur. Birincisi, asker (ordu) olarak ifade edilen güç, kuvvet ve asabiyettir. İkincisi ise askeri ayakta tutan ve devletin ihtiyaçlarını gideren mal ve paradır. İşte devlette görülecek bozulma bu iki temelden başlar. tık olara güç ve asabiyetteki bozulmaya değinecek, sonra da mal ve gelirlerdeki bozulmayı ele alacağız.
1- Daha önce de söylediğimiz gibi devletin kurulması ancak asabiyet ile olur. Devletin kuruluşu için mutlaka, diğer asabiyetleri hakimiyeti altına alıp kendisine tabi kılacak, güçlü ve toparlayıcı bir asabiyetin olması gerekir. Bu asabiyet, devlet başkanının aşireti ve kabilesinin oluşturduğu asabiyettir.
Devlet güçlenip hükümdarlık aşamasına geldiğinde, hükümdar, iktidarda kendisine ortak olanları yönetimden uzaklaştırıp, iktidarı kendi tekeline almaya çalışır. Bunun için de işe, devlet yönetiminde diğerlerine göre daha etkili konumda olan kendi yakınlarından ve aşiretinden başlar. Yine hükümdarın yakınları sahip oldukları güç ve üstünlükten dolayı, diğerlerine göre daha fazla lüks ve bolluğa gömülmüşlerdir. Dolayısıyla hükümdarın kendi yakınları ve aşireti, iki yıkıcı tehlike tarafından kuşatılmışlardır. Birincisi içine gömüldükleri lüks ve bolluk, ikincisi hükümdar tarafından gelecek olan darbe,yani yönetimden uzaklaştırılmaktır.
Sonunda hükümdar tarafından gelen baskı ve darbe, onları öldürmeye dönüşür.
Çünkü hükümdar, yakınlarını ve asabiyetini yönetimden uzaklaştırıp, iktidarı kendi tekeline aldıktan sonra, onların kendisine beslediği kinden ve iktidarı elinden alacaklarından korkup onları öldürme, alçaltma ve alışkın oldukları nimetleri ellerinden alma yoluna gider. Böylece, onları ortadan kaldırmak ve sayılarını azaltmak suretiyle, -diğer asabiyetleri bir araya toplayan en güçlü asabiyet konumundaki- kendi asabiyetini yok eder ve onların yerine, azatlılardan ve dışarıdan devlet hizmetlerine aldığı kişilerden bir asabiyet oluşturur. Ancak bu yeni asabiyet, hükümdar ile akrabalık bağlarına sahip olmadığından, hükümdar için aynı cesaret ve şiddeti göstermezler. Çünkü daha önce açıkladığımız gibi- asabiyetin gücü, akrabalık bağlarına dayanır.
Böylece hükümdar kendi aşiretinden ve doğal yardımcılarından soyutlanmış olur.Bu durumu hisseden diğer asabiyetler, hükümdara ve yakın adamlarına karşı doğal olarak cüretlenirler. Ancak hükümdar teker teker onları da öldürme yoluna gider ve ortadankaldırır. Bu hususta devlet adamlarının sonuncusu, içine gömüldükleri lüks ve sefahatnedeniyle yok olmanın eşiğine gelmiş olsalar da, birincisini taklit eder. Sonunda, içinedaldıkları sefahat ve öldürmeler nedeniyle, asabiyet (güçlü ve birbirine kenetlenmiş bir topluluk) olmaktan çıkarlar, yiğitlik ve cesareti unutup, başkaların tarafından korunan kimseler haline gelirler.
Onların zayıflayıp bu hale gelmesiyle, ülkenin uzak bölgelerinin ve sınırların koruması da zayıflar. Bu durum onlara karşı halkı cesaretlendirir ve uzak bölgelerde, hükümdarla aynı soydan veya başka soydan olanlar tarafından devlete isyanlar başlar. Çünkü onlar, devletinin gücünün bu uzak bölgelere yetişmeyeceğini ve buradaki halkın dakendilerine biat edeceklerini bildikleri için, hedeflerine ulaşacaklarını ümit ederler. Bu durum devam edip, devletin sınırları sürekli olarak küçülür ve sonunda devlete isyan edenler, merkeze çok yakın yerlere kadar gelirler. Sonuçta devlet -temelindeki gücüne
göre iki veya üç devlete ayrılabilir. Devletin yönetimi ise, kurucu asabiyete boyun eğdiren başkalarının eline geçer.
İslam'dan sonra Arap devletinin durumu buna örnek teşkil eder. Sınırları önce
Endülüs'e, Çin'e ve Hindistan'a kadar uzanmıştır. Emeviler, dayanakları olan Abdulmenaf oğulları asabiyetinden dolayı bütün Arap asabiyetlerine söz geçiriyordu. Hatta Emevi halifesi Süleyman bin Abdulmelik, Dımaşk'tan (Şanı), Kurtuba'daki (Endülüs) Abdulaziz bin Musa bin Nasir'in öldürülmesini emrediyor ve emri hiçbir itirazla karşılaşmadan yerine getiriliyordu. Ancak daha sonra içine gömüldükleri lüks ve sefahattan dolayı asabiyetleri yok olmuş ve devletleri ortadan kalkmıştır.
Onlardan sonra gelen Abbasiler de, (kendi asabiyetleri olan) Haşim oğullarına sırt çevirdiler, Talibileri (Hz. Ali'nin soyundan gelenleri) öldürüp dağıttılar ve sonuçta sahip oldukları asabiyeti ortadan kaldırdılar. Böylece diğer Araplar onlara karşı cüretlendiler,Afrika'da Ağleb oğullarının ve Endülüs halkının yaptığı gibi, ülkenin uzak bölgelerini Abbasilerden koparıp ayrı devletler kurdular.
Daha sonra Mağrib'te (Şiilik davasıyla) İdris oğulları ortaya çıktı. (Mağrib'in yerlileri olan) Berberiler, Abbasi devletinin gücünün oraya yetişmeyeceğinden emin olduk ları için, İdris oğullarının davetini kabul ettiler ve onların devlet kurmasına yardımcı oldular.
Devletin uzak bölgelerinde, halkı yeni bir imama çağıran davetçiler ortaya çıkıp,orada üstünlüğü ele geçirdiklerinde, o bölgeyi devletten koparıp yeni bir devlet kurarlar.
Bu şekilde yeni devletlerin kurulması devam eder, esas devletin sınırları daralır ve nihayet merkeze kadar çekilip geriler. Bundan sonra idarecilerin lüks ve sefahate dalmalarıyla devlet, parçalara ayrılmış bütün bu devletlerin hepsi zayıflar.
Bazen asabiyet ortadan kalktığı halde, devletin uzun süre yaşamaya devam ettiğide olur. Bunun sebebi halkın, çok uzun zamandan beri nesiller boyu hep, devlet başkanına itaat edildiğini görmeleri, devlete ve devlet başkanına teslim olup itaat etmekten başka bir şey bilmemeleridir. İşte halkın bu durumundan dolayı devlet başkanı, asabiyeti olmadığı halde hükmünü sürdürür ve asabiyetin boşluğunu paralı askerlerle doldurur.
Çünkü devlete ve devlet başkanına itaat etmek hususunda insanların kalplerinde yer etmiş duygulardan dolayı, hiç kimse devlete başkaldırmayı ve isyan etmeyi aklından bile geçirmez. Böyle bir şeye kalkışan ise çoğunluk tarafından reddedilir ve onların muhale fetiyle karşılaşır. Dolayısıyla bu durumda devlet, isyanlardan ve başkaldırılardan emin olabilir.
Kalplerde, neredeyse en ufak bir itaatsizlik ve isyan düşüncesi bile belirmez. Onun için devlet diğer asabiyet sahiplerinin sebep olacağı kargaşalıklardan ve yıkılmaktan kur tulur. Ancak devlet bu şekilde yaşamaya devam etmekle birlikte, yine de -tıpkı gıdasız kalan bedenin doğal ısısını kaybetmesi gibi- içten içe tükenir ve kendisi için takdir edilen vakte geldiğinde ortadan kalkar. "Her müddetin (yazıldığı) bir kitap vardır." (Ra'd Suresi, 38). Ve her devletin bir ömrü vardır. "Geceyi ve gündüzü takdir eden Allah'tır." (Müzemmil Suresi, 20). Allah, bir ve her şeye boyun eğdirendir.
1- Devletin mali yönden bozulmasına gelince, bil ki, başlangıçta devlet bedevi özelliklere sahip olduğu için, halka karşı şefkatli, harcamalarda ölçülü, haksız yere halkın malını yemekten uzak, çok vergi toplama amacı gütmeyen, tacirlerin her alış verişinden vergi almaktan kaçınan ve vergi memurlarından ayrıntılı hesaplar istemekten uzak bir yapıdadır. Dolayısıyla bu dönemde, harcamalarda aşırıya gitmeye gerektirecek sebepler ve buna bağlı olarak çok fazla paraya da ihtiyaç duyulmaz.
Sonra devlet güçlenir, sınırları büyür, hükümdarlık özelliklerine bürünür, idareci ler lüks ve sefahate yönelirler ve böylece harcamalar artar. Hükümdarın, devlet adamlarının ve hatta şehirde yaşayanların giderleri genel olarak çoğalır. Bu durum askerlerin ve devlet adamlarının maaşlarının yükseltilmesini gerektirir. Sonra lüks ve israfın artmasıyla harcamalar daha da çoğalır ve bu durum halk arasında da yaygınlaşır. Çünkü insanlar yöneticilerin dini ve alışkanlıkları üzere yaşarlar.
Bunun üzerine hükümdar, hem şehir halkında müşahede ettiği bolluktan, hem de devletin giderleri ve askerlerin maaşları için paraya duyduğu ihtiyaçtan dolayı, yapılan alış verişlerden vergi almaya gereksinim duyar. Sonra lüks ve israf daha da artar ve alış ve rişlerden alınan vergiler ise giderleri karşılayamaz hale gelir. Bunun üzerine devlet zorla halkın mallarına el uzatmaya, yapılan her alış veriş için yeni vergiler koymaya başlar. Bazen de bir şüpheli duruma dayanarak veya ortada hiçbir şüphe olmadan, insanların malları ellerinden alınır.
Bu dönemde askerler, devletin asabiyetini kaybedip ihtiyarlık çağına girmiş olması ve zayıflamasından dolayı, devlete karşı cüretlenirler ve devlet onları sakinleştirmek için, maaşlarını yükseltip, onlar için yaptığı harcamaları çoğaltmaktan başka bir çıkış yolu bulamaz.
Bu dönemde vergi toplamakla görevli olan memurlar da, toplanan vergilerin çokluğu ve bu işin kendi ellerinde olması nedeniyle, büyük servetler elde ederler, makam ve dereceleri yükselir. Sonra bu memurlar, birbirlerini çekemediklerinden ve birbirleriylebrekabete giriştiklerinden dolayı, toplanan vergileri kendilerine sakladıkları şeklinde bir birlerini suçlamaya başlarlar. Böylece teker teker hepsi cezalandırılıp, servetlerini ellerin den alınır ve durumları bozulur. Onları bu duruma düşürmekle devletin azamet ve güzelliği de kaybolur. Devlet onların servetlerini kökünden silip süpürdükten sonra, diğer insanların servetlerine el uzatmaya başlar.
Bu aşamada devlet iyici güçten düştüğü için, baskı ve zora dayalı politikaları uygulayamaz hale gelir. Onun için devlet başkanı, devlet işlerini, para harcamaya dayanan politikalarla yürütme yoluna gider. Daha az külfet getirdiği için, bu yolun kılıç kullan maktan daha üstün olduğunu düşünür. Böylece harcamalar ve askerlerin maaşlarını karşılayabilmek için çok daha fazla paraya gereksinim duyar. Ancak istediği neticeyi elde edemez. Sonuçta devletin çöküşü daha da hızlanır ve uzak bölgelerin ahalisi bu durum dan cesaret alarak devlete baş kaldırır.
Bu aşamaların her birinde devletin düğmeleri teker teker çözülür (devlet gücünüve elindeki bölgeleri birbiri ardınca kaybeder) ve kendisine göz dikmiş kimseler tarafından ele geçirilip ortadan kaldırılır. Çünkü bu durumda eğer devleti ele geçirmek isteyen bu amacını gerçekleştirmek isterse, onu sahiplerinin elinden çekip alır. Aksi takdirde bir lambanın fitili gibi, kendiliğinden bitip tükeninceye kadar yaşamaya devam eder. Allah bütün işlerin sahibi ve kainatı idare edendir. O'ndan başka ilah yoktur.
Devletin En Geniş Sınırlarına Ulaştıktan Sonra Giderek Küçülmeye Başlaması Ve Nihayet Ortadan Kalkması Hakkında Bu kitabın üçüncü bölümünün "halifelik ve hükümdarlık" hakkındaki faslında
geçtiği gibi, her devletin artık aşamayacağı en geniş sınırları vardır. Bu sınırlar, ülke top raklarını korumak için oralara dağılacak asabiyetin çokluğu ve gücüyle orantılıdır. Devleti ayakta tutan asabiyetin belli bir sınıra ulaştığında, artık daha ileri gidecek gücü ve sayısı kalmıyorsa, o bölge devletin en uç bölgesini oluşturur.
Bazen bir devletin sınırları, (yerine geçtiği) kendisinden önceki devletin sınırlarıyla aynı olur. Bazen de kendisinden önceki devletten daha çok asabiyete sahip olduğu için,onun sınırlarından daha geniş olur. Ancak bütün bunlar devletin henüz bedevilik özelliklerinden uzaklaşmadığı, güçlü ve yiğit bir asabiyete sahip olduğu zamanlar için geçerlidir. Devlet güçlenip gelirlerin çoğalmasıyla, insanlar lüks ve sefahate dalarlar, yeni nesiller bu ahlak üzere yetişir, bu ise onlardaki yiğitlik ve cesaret gibi bedevilik özelliklerini giderip, onları korkaklık ve tembelliğe sevk eder.
Diğer taraftan devletin güçlenip hükümdarlık özelliklerine bürünmesiyle, başkanlık için çekişmeler ve birbirini öldürmeler başlar. Bu amaçla hükümdar kendisine rakip olacağından korktuğu emirleri ve ileri gelenleri öldürür. Böylece hükümdar ileri gelen kalifiye adamlarını kaybeder. Geriye buyruk dinleyen tebaa kalır. Bu ise devletin hızını keser ve gücünü köreltir. Böylece devletteki ilk bozulma olan askeri bozulma başlar.
Sonra israfta hiçbir sınırın tanınmadığı harcamalar yapılır. İnsanlar en güzel yemekleri yemek, en güzel giysileri giymek, görkemli saraylar yaptırmak, süslü ve pahalı si-lahlar kuşanıp, yine bu özelliklerdeki atlara binmek için birbiriyle yarışırlar. Sonunda devletin gelirleri, giderleri karşılayamaz hale gelir ve böylece devletteki ikinci bozulma olan mali bozulma başlar.Bu iki bozulma devletin kendini savunmaktan aciz hale gelmesine ve yıkılmasına yol açar.
Bazen devlet içindeki emirler birbirleriyle rekabete girip mücadele ettikleri için,dışardan gelen tehlikelere karşı koyamazlar. Bazen de devletin içine düştüğü acziyeti gören uzak bölgelerdeki halk, bulundukları bölgelerde bağımsızlıklarını ilan ederler. Devlet başkanının bütün bu olanları engellemeye gücü yetmez ve devletin sınırları gittikçe küçülerek, başlangıçtaki haline gelir. Bundan sonra sadece elde kalan bu sınırların korunmasına önem verilir. Ancak bir taraftan (devleti ayakta tutan) asabiyetin içine gömüldüğü acizlik ve tembellik, diğer taraftan gelirlerin yetersizliği yüzünden, elde kalan topraklar da korunamaz ve sınırlar yeniden küçülür.
Bundan sonra devlet başkanı askeri, mali ve vilayetlerin yönetimiyle ilgili siyasetini değiştirme yoluna gider. Bundaki amacı, gelirlerin giderleri karşıladığı, askerlerin eldeki toprakları korumaya yettiği ve vergilerin gerekli ihtiyaçları karşılamak için harcandığı, bir uyum içinde devlet işlerinin yürümesini sağlamaktır. Bunun için devletin başlangıcındaki ölçüleri esas alır. Ancak bununla birlikte bozulma her tarafta kendini gösterir. Bu dönemde de daha önce yaşanan gelişmeler yaşanır ve devlet başkanı daha önceki devlet başkanının yaptığı değerlendirmeleri yapar. Amaç her dönemde yenilenen ve ülkenin küçülmesine yol açan bozulmaları önlemektir. Bu şekilde kendinden önceki devlet başkanlarının politikalarını değiştiren her bir başkan sanki yeni bir devlet kuruyor gibidir. Bu durum devletin tamamen yıkılıp, başka milletlerin onu ele geçirmesine ve kendileri için yeni bir devlet kurmalarına kadar devam eder. Sonra Allah'ın olmasını takdir ettiği bütün bu hadiseler yeniden gerçekleşir.
İslam devletinin başına gelenler buna örnektir. Önce fetihlerle ve başka milletlere galip gelerek sınırları genişlemiş, elde ettikleri zenginlik ve bolluk sayesinde askerlerin sayısı artmıştır. Bu durum Emevilerin yıkılıp yönetimi Abbasilerin ele geçirmesine kadar devam etmiştir. Abbasiler döneminde, (bedevilik özellikleri terk edilerek) medeni alışkanlıklar kazanılmış, lüks ve sefahat artmış, devlette bozulmalar görülmüş ve devletin sınrıları Endülüs ve Mağrib'ten itibaren daralmaya başlamıştır. Endülüs'te Emevi, Mağrib'te ise alevi (şii) devleti kurularak bu bölgeler Abbasi devletinden kopmuştur.
Sonra Harun Reşid'in çocukları arasında anlaşmazlık çıkmış, her yerde alevi daveti ortaya çıkmış ve bir çok devlet kurmuşlardır. Daha sonra Mütevekkil öldürülmüş,emirler halifeleri hakimiyetleri altına alıp işlevsizleştirmişler ve her vali bulunduğu bölgede bağımsız hareket etmiştir. Oralardan gelen vergiler kesilmiş, ancak bir taraftan dalüks ve israf artmıştır.
Mu'tezid hükümdar olduğunda, kendisinden önceki devlet politikasını değiştirip,bağımsız hareket eden ve kendilerine güç yetiremediği valilerin bulundukları bölgeleri ülkesinden ayırmıştır. Saman oğullarının elinde bulunan Maveraünnehr, Tahir oğullarının elinde bulunan Horasan ve Irak, Saffar oğullarının elinde bulunan Fars, Tolun oğullarının elinde bulunan Mısır ve Ağleb oğullarının elinde bulunan Afrika gibi. Böylece Arapların idaresi parçalanmış ve acemler onlara galip gelmiştir. Büvey oğulları ve Deylemler lslam devletini ele geçirip, halifeleri hakimiyetleri altına almışlardır. Diğer taraftan Saman oğulları Maveraünnehr'i yönetmeye devam etmiş, Fatımiler ise Mağrib'ten Mısır ve Şam'a uzanarak oraları hakimiyetleri altına almıştır. Sonra Türk Selçuklu devleti kuruldu. İslam ülkelerine hakim olan Selçuklular da halifeyi hakimiyetleri altında tutmuş, sonra da devletleri yıkılmıştır.
Abbasi halifeleri, Nasır zamanından itibaren küçülen ve nihayet Arap Irak'ı, lsbahan, Fars ve Bayreyn'den ibaret kalan bölgeleri elinde tutuyorlardı. Devlet bu sınırlar içinde -Tatar ve Moğol hükümdarı olan (Cengiz Han'ın torunlarından) Hülagu'nun Selçukluları yenip, onların ellerindeki lslam ülkelerini alana kadar- bir müddet daha yaşadı. Evet bütün devletler, sahip oldukları ilk sınırlara göre gittikçe küçülürler ve nihayet yıkılıp yok olurlar. Büyük veya küçük her devlet için bunu böyle kabul et. Allah'ın devletler hakkında geçerli olan kanunu budur. Allah'ın takdir ettiği vakit geldiğinde son bulurlar. "O'nun zatından başka her şey yok olacaktır:' (Kasas Suresi, 88).
Yorumlar
Yorum Gönder